29 Mart 2009 Pazar

Atları (özneyi) da vururlar


Atları (özneyi) da vururlar

Wallerstein’dan (Son Gerçek) konferans: Jeopolitika, ekonomik kriz ve kapitalizm çökerken özne olmak

Sonunda kriz yaratacağı çok aşikâr olan Neo Liberal sistemlerde ve krizlerin içinde özne kalabilmek mümkün mü?


1969 yapımı bir film hakkındaki bilgilerimizi tazeleyip Wallerstein’in sözlerine kulak verirsek bu soruya ciddi bir cevap bulabileceğiz.

Son Gerçek 1969 ABD yapımı dramatik dönem filmidir. Özgün adı They Shoot Horses, Don't They? dir.Senaryosunu James Poe ve Robert E. Thompson’un Horace McCoy'un 1935 yılında yazdığı aynı adlı romanından birlikte uyarladıkları filmin yönetmeni Sydnel Pollacktır. Filmin Önemli rollerinde Jane Fonda, Michael Sarrazin, Susannah York, Gig Young, Red Buttons ve Bruce Dern oynamışlardır. Film TRT Televizyonunda Atları da Vururlar adı ile gösterilmişti. Filmde ABD'de 1930'larda yaşanan "büyük ekonomik bunalım" sırasında çaresiz bir grup yarışmacının para ödüllü bir dans maratonunda onurlarını çiğnetmek pahasına da olsa ölümüne yarışmaları anlatılmaktadır.

1930 'lu yıllarda ABD 'de Büyük Ekonomik Buhran hüküm sürerken fakirlik ve çaresizliğin pençesindeki işsiz milyonlarca insandan biri de Gloria Beatty (Jane Fonda)'dir. Sürekli Hollywood hayalleri kuran, geçmişte hep aldatılmış, gençlik yılları çok gerilerde kalmış hayalperest ve tatminsiz bir kadın olan Beatty uğradığı sayısız ihanetlerden birinin sonucunda intahara teşebbüs etmiş, hastanede yatarken eline geçen bir dergide büyük para ödüllü bir dans yarışmasının ilanını görmüştür. Bu yarışma o yıllarda kitlelerin dikkatini ekonomik buhrandan başka yönlere çekmek için yapılan sayısız çılgınlıklardan sadece biridir. Sıradan bir yarışma değildir bu, bir maratondur adeta. Arada verilen çok kısa molalar haricinde yarışma haftalarca hatta aylarca sürecek, en son ayakta kalan çift yarışmayı kazanacaktır. Ödül o yıllar için küçük bir servet sayılabilecek bir miktar olan 1500 dolardır. Yarışma tabii ki radyodan da naklen yayınlanacaktır. Gloria partneri olarak film yönetmeni olma hayalleri kuran bir aylak olan Robert Syverton (Michael Sarrazin)'i seçer. Diğer yarışmacılar ise yaşlı ve bıkkın bir bahriyeli olan Harry Kline (Red Buttons), gebe bir çiftçi kızı olan Ruby (Bonnie Bedelia) ve onun kocası James (Bruce Dern)ve gözü yükseklerde bir aktris olan (Susannah York)'tur. Tabii bir de kendi çıkarları için yarışmayı manipüle eden şikeci antipatik sunucu Rocky (Gig Young) vardır.
Yarışma ikinci ayına girdiğinde yarışmacılar arasında esen kuşku, belirsizlik ve güvensizlik rüzgarları olayları kontrolden çıkarır. Bu eziyetli maraton Gloria'nın zaten dengesiz olan ruh halini iyice bozmuştur. Her geçen gün umutsuzluğu daha da artan Gloria çevresine karşı daha saldırgan olur ve partneri Robert 'tan yaşadığı bu ızdıraba son vermesi için kendisini vurmasını ister. Zaten sakatlanan ve ızdırap çeken atları da bu şekilde vurmuyorlar mı?


Film en fazla sayıda dalda Akademi ödülüne aday gösterildiği halde (9 dalda aday gösterilmişti) En İyi Film Akademi Ödülüne aday gösterilmeyen tek film budur. Film sadece En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülünü kazanabilmişti.


Wallerstein’dan konferans: Jeopolitika, ekonomik kriz ve kapitalizm çökerken özne olmak –Sendika.Org

13 Mart 2009 - Immanuel Wallerstein

Geçen yıl yaşamını yitiren tarihçi Faruk Tabak anısına 6-8 Mart tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen Küresel Perspektifle Tarih sempozyumunun ilk günü Immanuel Wallerstein’ın ‘Jeopolitika ve Dünya Ekonomisi – Bir Dönüşümün Krizi’ başlıklı konferansına ayrılmıştı. Wallerstein, iki salon dolusu dinleyiciyle ABD’nin gerileyişi ve ekonomik krizin açığa çıkardığı tablo üzerinden analiz ve öngörülerini paylaştı. Wallerstein’ın konferansını Sendika.Org okurları için izledik.




Sistem yapısal bir kriz içinde

Wallerstein, iki yıl önce medyada uzmanların her şeyin iyiye gittiğinden bahsettiğine ancak şimdi ise “her şey felaket” dediklerine dikkat çekerek, bugün yaşanmakta olan krizin sistem açısından yapısal bir kriz olduğunu ifade etti. “ABD hegemonyasının ertesindeyiz. ABD geriliyor. Kondratief 1 evresinin sonundayız. Bu çok görüldü. Şimdi sistemin yapısal krizi yaşanıyor” diyen Wallerstein, ABD’nin gerilemesinin 40 yıllık bir geçmişi olduğunu, yavaş bir şekilde açığa çıkan bu gerileyişin şimdi hızlandığını belirtti. “ABD, 50’ler-60’larda gücünün doruğundaydı ve istediğinin %95’ini yapabiliyordu” diyen Wallerstein, ABD hegemonyasının ekonomik güç, askeri güç ve doların rezerv para olmasına dayandığını şimdi ise bu dayanakların büyük ölçüde zayıfladığına dikkat çekti.


ABD’nin ekonomik gücünün dünyanın geri kalanına göre daha çok ve daha ucuza üretim yapabilmesi olduğunu belirten Wallerstein, bu avantajın temel olarak 1940’lar ile 1960’lar arası dönem için geçerli olduğuna dikkat çekti. Daha sonra da Avrupa ve Japonya’nın öne geçtiğine işaret ederek, “60’ların sonundan itibaren bu dayanak ortadan kalktı” dedi. Wallerstein, ABD hegemonyasının ikinci temel dayanağı olarak tanımladığı askeri güç konusunda ise şunları söyledi: “ABD’nin kendisinden sonra gelen 10-15 gücün toplamını aşan bir askeri gücü var. Ama bir sorun var. 1990’lı yıllarda Clinton döneminde Beyaz Saray’da bir konferans yapılıyor. Madeleine Albright Balkanlar’da bir şeyler peşinde. Colin Powel buna direniyor. Albright ‘kullanmayacaksak o kadar övündüğümüz bu askeri gücümüz neye yarar’ dedi. Powel, kullanırsanız kazanamayacağınızı biliyordu. Albright bilmiyordu.” Wallerstein, ABD hava gücünün askeri operasyonlarda yetersiz kaldığı ve yeni operasyonların kara harekatlarını gerektirdiğine dikkat çekerek, ABD askeri gücünün eski önemini yitirdiğini belirtti.


Wallerstein daha sonra ABD gücü gerilerken iktidara gelen George W. Bush yönetiminin, ABD hegemonyasının gerileyişini durdurma çabasının ters teptiğini söyledi. “George W. Bush iktidara gelince bir teori vardı. ABD hegemonyası geriliyordu. ‘Bunun nedeni liderlik’ diyorlardı. Ben buna ‘tek taraflı maço militarizm’ diyorum. ABD hegemonyasını yeniden kurmak yerine gerilemeyi hızlandırdı. Avrupa, Rusya, Çin ABD’den uzaklaştı. Nükleer programlar hızlandı. Irak’ın işgal edilmesinin nedeni nükleer silahlarının olmamasıydı. Kuzey Kore ve İran bundan gerekli dersi çıkardılar.” “Son dönemde bir istihbarat raporu var. 20 yıl sonra ABD eskisi gibi olmayacak. Peki ne olacak?” diyen Wallerstein, çok taraflılık ve bölgeselleşme eğilimlerine dikkat çekti. “Şimdi çok taraflı bir duruma giriyoruz. Batı Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, Brezilya, G. Afrika, İran… Bunlar özerk güç merkezleri…” Türkiye’nin durumuna ise ayrıca değinen Wallerstein, Türkiye dış politikasının da 20 yıl öncesine göre oldukça farklılaştığını belirtti. “Türkiye dış politikası 20 yıl öncesinden çok farklı. Kollarını çok çeşitli yönlere uzatıyor… Jeopolitik gücünü artırmak istiyor. ABD’ye kafa tutuyor. Irak’a Türkiye üzerinden asker göndermesine direndi. 10-20 yıl önce böyle olmazdı. ABD’ye karşı çıkamaz ama engel çıkarabilir.” Wallerstein ayrıca bundan sonraki sürecin de dengeleri sarsılmış ve bu nedenle de öngörüde bulunmayı zorlaştıran bir süreç olduğuna dikkat çekti. “Ortada kaotik bir gerçek var. Afganistan ve Pakistan’da neler yapılabileceğini bilemiyorum. Çöküntüleri öngörmek zor…” “


Obama’nın politik gücü ABD’nin gücünün bir türevidir”

Obama’nın karizmatik ve zeki bir lider olarak iktidara geldiğini ifade eden Wallerstein, yeni başkanın ABD’nin gerileyişini durdurabileceğini düşünmediğini söyledi. Wallerstein, artık ABD’nin uluslararası alanda tüm dünyanın uyacağı kurallar belirleme gibi bir pozisyonu olmadığını belirterek, Obama’nın politik gücünün de ABD’nin politik gücünün bir türevi olduğunun altını çizdi. “10-15 yıl sonrası için çok şey söylenebilir ama çok ihtimal var” diyen Wallerstein, Obama döneminde de gerilemenin sürmesini beklediğini ifade etti.


Dünya ekonomisi

Dünya ekonomisinin 400-500 yıldır döngüsel bir harekete sahne olduğunu belirten Wallerstein, bu döngüyü şu şekilde tarif etti: “Önce genişliyor, büyüyor. Belli ürünler bir süre gelişiyor, geliştiriyor, bir süre sonra tıkanıyor. Bir üründen birileri kar ediyor, sonra diğerleri dahil olup tekeli kırıyor, paylaşıyor. Kar göz kamaştırıcılığını yitiriyor. Artık burada evre B Kontradief’tir. B evresinde üretim yer değiştiriyor. Fabrikalar düşük maliyete gidiyor. 1945 sonrasında fabrikalar ABD, Avrupa ve Japonya’dan diğer ülkelere akıyor. Ama gerçekte olan, düşük gelirli üretimin bu ülkelere gitmesidir. Bu ülkeler kalkınıyor ama bu sorunlu bir kalkınma. (…) Fabrikalar yer değiştirince işsizlik oluyor. Bunun üzerine işsizlik ihraç edilmeye çalışılıyor. ABD, Avrupa, Japonya birbiri arasında bunu yapıyor. Üretim zayıfladıkça para sahibi parasını üretimden çekip, spekülasyona yatırıyor. Bu sürece finansallaşma deniyor. Bu yeni değil, daha önce de çok kez yaşandı. Kontradief B’nin karakteri bu.” Wallerstein bu süreçte, üretimin 3. Dünya Ülkelerine kaydığını, gelişmiş kapitalist ülkelerin 3. Dünya’ya borç verdiklerini, ardından 1980’lerin borç krizinin yaşandığını ve sonra da çöp tahviller döneminin geldiğini, sonunda onun da çöktüğünü belirtti.


Bu sürecin sonunda ABD’nin en büyük borçlu haline geldiğini, aynı şekilde ABD’li tüketicilerin de borçlandığını belirten Wallerstein, bunun da bu borç balonunun patlamasıyla sonuçlandığını belirtti. “Bu inanılmaz borç, Kondradief B evresinde patlıyor. Çöküş yaşanıyor. Bu, eskilerden daha büyük. Burada bir fasit daire çıkıyor. Bankalar kredi vermiyor, hükümetler istiyor ama bankalar doğal olarak vermiyor. Fabrikalar kapanıyor, işsizlik oluşuyor, işler daha da kötüleşiyor.” “En az birkaç yıl daha buradan çıkmayacağız” diyen Wallerstein, yönetime geldikten birkaç hafta sonra “Durum sandığımızdan da kötü” diyen Joe Biden’ın da, Wall Street’in de bunun farkında olduğunu ifade etti.


“Obama ne yapabilir?”

Wallerstein, Obama’nın ne yapabileceği konusunda ise şunları söyledi: “Fazla bir şey yapamaz. Bu aşağı gidişi durdurabileceğini sanmıyorum. Hasar denetimi yapabilir. Nasıl? Pek çok ülke başkanı ayaklanmadan korkuyor. Sarkozy de neoliberal bir liderdi ama geri adım atıyor. Fransa sömürgelerinde halk sokaklara dökülüyor. Guadulop’ta halkın %10’u sokaklara döküldü ve kazandı. Bu dalga Martinik’e de sıçradı, Reunion’a da gidebilir. Fransa tarihinde 68 dahil böyle bir isyan yaşanmadı. Rusya da aynı durumla karşı karşıya, Çin de, ABD de aynı…” “Leap Europe adlı Avrupalı bir think-tank kuruluşunun 2-3 ay önce yayınlanan raporuna göre bu gelişmiş ülkelerde iç savaşa kadar gidebilir. Halkın silaha erişimi ne kadar kuvvetli ise o kadar tehlikeli. ABD’de iç sorun çok büyük.” “ (…) Obama yoksullara yardım etmeye çalışacak. ben de bundan yanayım. Bunu yapmayan hükümetler ayakta kalamayacak. Ama bu da çözüm değil. Ekonomi düzelmeyecek. Sadece yoksulların yaşamı biraz daha çekilir hale gelecek.”


Kapitalist dünya sona yaklaşırken…

Jeopolitika ve ekonominin çok kötü olduğuna değinen Wallerstein, geçmişte de böylesi durumlarla karşılaşıldığını ve krizdeki hegemonyacı gücün yerinin yeni bir hegemonyacı güçle doldurulduğunu ancak henüz böylesi bir yeni hegemonyacı gücün kendini ortaya koyamadığını belirtti. Bugün dünya ekonomisinin girdiği krizin kapitalist ekonomik sistemin yapısal krizi olduğunu belirten Wallerstein, “bir sistemin tarihinde tek bir kriz vardır. O da bu evre” diyerek tartışmanın odağında kapitalizmin yerine neyin geçeceği sorusu olduğunu vurguladı. Mevcut krizi anlayabilmek için 400-500 yıllık geçmişe bakmak gerektiğini söyleyen Wallerstein, 1945 sonrası alım gücünün artırıldığı 20-25 yıllık verimli

bir döngü ve emeğe saldırıyla geçen 1980-2000 arasındaki neoliberal dönemin ardından kapitalist sistemin bir sınıra geldiğini ifade etti. Kapitalist açısından üç temel maliyet kaleminin, yani işçi ücreti, girdi maliyeti ve vergilerin 1980’e kıyasla düşük olsa bile 1945’le kıyaslandığında arttığını, döngüsel olarak yükselen bir eğriye işaret ettiğini belirten Wallerstein, bu süreci 500 yıl öncesine uzattığınızda da aynı döngüsel yükselişin adım adım gerçekleşmesinin görüleceğini ve nihayetinde de bu döngünün sınıra dayandığını söyledi.


Sistem çökerken özne olmak

Wallerstein krizden nasıl çıkılabileceği konusunda ise şunları söyledi: “Teknik olarak iki farklı çözüm olabiliyor. Biz yeni bir sistemi oluşturmaya ilerliyoruz. İki ihtimal var. Sistem gereği gibi işleyemiyor. Kapitalizm yerine geçecek olan nedir? Ya daha iyi, ya da daha kötü bir sistem. Bilemeyeceğimiz bir şeyden söz ediyorum. 30 yıl sonrası belirsiz. Bu bir aşamada tek bir kanala gelip oturacak. Bunu biliyorum.” Bu iki olasılık arasındaki farkı “Davos ruhu ile Porto Alegre arasındaki fark” şeklinde tarif eden Wallerstein, “Davos hiyerarşik, sömürgeci bir sistem. Porto Alegre demokratik, insancıl. Gerçekleşecek olan nasıl bir şey bilmiyorum, kimse bilemez” dedi. Feodalizmin çözüldüğü “1450 yıllarında da yeni sistem neye benzeyecek diye bir tartışma vardı, kimse bilmiyordu” diyen Wallerstein, ancak bu durumun bizi çaresiz duruma düşürmeyeceğini ifade etti. Bugünkü esas meselenin “özne olmak” olduğunu belirten Wallerstein, tartışmanın determinizm ile özgür irade arasındaki, ‘kader mi irade mi’ tartışması olduğunun altını çizdi. “Bir sistem normal bir evresinde iken deterministtir. Siz ne yaparsanız yapın, denge noktasına çekilir. Rus ve Fransız devrimlerinde insanlar dünyayı değiştirmek için çok çalıştı ama sistem denge noktasına çekildi” diyen Wallerstein bugüne ilişkin ise daha umutlu bir tespitte bulundu. “Ama kriz ortamında birdenbire bir özgürlük anı yaşanıyor. Bugün ne yaptığımız çok önem taşıyor. Berbat bir keşmekeş içindeyiz. Alışıldığın dışında…” diyerek bugün yürütülecek öznel/iradi çabaların geçmişe nazaran çok daha etkili sonuçlar doğurabileceğini ifade etti. *** Ek: Sunumunun ardından dinleyicilerin sorularını yanıtlayan Wallerstein, Karl Marx’ın bugünkü okuma listesinin üst sıralarında bulunduğunu ama Marx’ın başkalarının alıntıları ve yorumları üzerinden değil, doğrudan kendi eserlerinden okunmasını tavsiye ettiğini söyledi.

ABD’nin yerine ortaya çıkacak yeni hegemon gücün hangi devlet olabileceği sorusuna ise, gerilemesi 1870’lerde başlayan İngiltere’nin yerine ABD’nin geçmesinin 75 yıl sonra, 1945’te gerçekleştiğine dikkat çekerek, ABD gücündeki gerilemenin hemen bugün yeni bir hegemon gücün ortaya çıkacağı anlamına gelmeyeceğini belirtti. Bugünkü muhtemel adayların gelecekte varlıklarını sürdürüp sürdürmeyeceklerinin bile tartışmalı olduğunu belirten Wallerstein, en olası yeni hegemon gücün 2075’te ya da 2100’de Doğu Asya’dan çıkabileceğini, bunun da Çin ya da Japonya değil, Çin, Japonya ve Kore dahil bütün bir Doğu Asya’yı kapsayan bir yapı olabileceğini söyledi.














Hiç yorum yok: