2 Eylül 2008 Salı

Divan-ı Kebir


Sevgili Fikir Yongacılar,

29 mart cumartesi günü 14.30’da toplanacağız.
Lost in Amsterdam kafesinin solundaki merdivenlerden yukarı çıkılacak.

Daha önceden belirttiğimiz gibi bu oturumda Mevlana’nın ünlü eseri Divan-ı Kebir’den seçme parçaları inceleyeceğiz.

Selamlar ve sevgiler.

Sadık Yemni


Bugün Ahmed benim

Bugün Ahmed benim, ama dünkü Ahmed değil. Bugün anka benim, yemle beslenen kuşcağız değilim ben.- Öylesine bir padişah var ki bütün padişahlar, onu aramada; bugün o padişah benim, ama evvelki gün gelip geçen padişah değilim.

Tanrılık şerbetinden, Ben Tanrıyım sırrının kadehiyle herkes, bir yudumcuk, bir kadehcik içti; bense küple, varille içtim. – Ben hâcetler kıblesiyim, ben gönüller kabesiyim; ben, o arşın mescidiyim, Cuma mescidi değilim ben. –Sâf aynayım ben, paslanmış kararmış ayna değil. Ben, Tûru Sînâ’nın gönlüyüm, kinle dolu, bir gönül değilim ben.- Ben ebedî sarhoşum; bağdan, üzümden değil benim sarhoşluğum. Ben, can lokması yerim, can şarabı içerim, tarhana çorbası içmem ben.

Ey bir gümüş bedenlinin hasretiyle altın kesilen, sen, altına âşıksın, altınsa benim rengime âşık. – Âlem tekkesinde, dünya medresesinde, gönlü sâf sûfîyim ben, abalı sûfî değil (1). –İster münacat eri ol, ister meyhane rindi; bence hepsi bir; ha cumartesi olmuş, ha cuma. – Gerçek zevkiyle adamakıllı kendisinden geçen er, altına da aldırış etmez, kalender tacına da (2): ne gamı vardır onun, ne kini.

Tebriz’li Hak Şems’i, yüzünü göstermeseydi müflis olurdum, gamlanırdım, ne gönlüm olurdu benim, ne dinim.

(1). Müslümanlıkta, Hicretin II. Yüzyılında çıkan ve çeşitli teşekküllerle gelişen Tasavvuf inancını benimseyenlere sûfî denir. Bunların, sofdan, yani yünden dokunan abalar giydiklerinden bu adı aldıkları ve inanç sistemlerine Tasavvuf dendiği söylenirse de Yunanca hikmet anlamına gelen sofos kelimesinden Arapçalaştırıldığı muhakkaktır.

(2). Kalender ve Kalenderî denilen zümre, 13. ve 17. yüzyıllarda Anadolu ve Rumeli’de yaşayan, toplu bir halde gezen ve “Varlık birliği” inancını taşıyan bir zümredir. Bunlar, sakal, bıyık, kaş ve saçlarını ustura ile traş ettirirler, başı açık gezerler, yahut da başlarına, dört, sekiz ve on iki parça keçeden dikilmiş külâhlar giyerlerdi. Dervişler, başlarına giydikleri külâhlara “taç” derler.


Bilmiyorum, Bulmuyorum

Ben şu dokuz katlı sayvanı bilmiyorum, bilmiyorum.* Ben bu büyücü ressamı bilmiyorum, bilmiyorum.

Boyuna yakama yapışır da perperişan eder gider beni; ben bu kötü adetli güzel huyluyu bilmiyorum, bilmiyorum.

Bir arslan görüyorum ki âlem, onun karşısında, sanki ceylân sürüsü; ama ben, kimdir bu arslan, nedir o ceylân sürüsü? Bilmiyorum, bilmiyorum.

Bir çocuk gibi çarşıda, pazarda kaybolmuşum; bu çarşıyı da bilmiyorum, bu pazarı da bilmiyorum.

Esirgeyen biri, kötü sözlüler diyor, kötülüğünü söylüyorlar; iyi söyleyeni de bilmiyorum, kötü söyleyeni de bilmiyorum.

Yeryüzü kadına, gök de kocasına benziyor; yeryüzü, kedi gibi çocuğunu yemekte, fakat ben bu kadını da bilmiyorum, bu kocadan da haberim yok.

O kaanlar kaanından elime öylesine bir yarlığ geldi ki Baycu’yu da bilmiyorum, Batu’yu da bilmiyorum. **

Ne dilber beyaz yüzlü güzellerim var, ne gizli Türklerim var; Hulâgû’yu bilmesem ayıp mı? Bilmiyorum, bilmiyorum.***

Gönlüm ok gibi uçuyor; bedenim kükreyip duruyor; o eli, o pazıyı bilmesem ne çıkar? Bilmiyorum, bilmiyorum.

Hindli harfi bırak, mânâ Türklerine bak, öyle bir Türküm ki ben, Hindliyi bilmiyorum, bilmiyorum.

Gel El Tebrizli Şems, bana taş yüreklilikte bulunma; çünkü senin huzurunda taş nedir, inci ne; bilmiyorum, bilmiyorum.

* Eskiler, Ay’dan itibaren yedi yıldızın bulunduğu yedi gök, bu gökleri kaplayan Sabitiler-Burçlar göğü ve hepsini kuşatan Atlas göğü olmak üzere dokuz gök olduğunu kabul ederlerdi.
** Baycu, Anadolu’ya gelen Moğol kumandanıdır; Batu da bir kumandandır.
***Hulagu, meşhu Moğol hükümdarıdır.

Hiç yorum yok: