Sevgili Fikir Yongacıları,
14 haziran Cumartesi günü 14.30’da Slavoj Zizek’in görüşlerini incelemek üzere toplanacağız.
Slavoj Žižek’in çok yönlü çalışmaları var malum. 14 haziran cumartesi günü Ödünç alınan Irak çaydanlığı kitabını merkez alacağız. Bir sonraki Zizek toplantısında onun film analizlerine(David Lynch ve Alfred Hitchcock) eğileceğiz. Kısacası Žižek fikir yonga kulübümüzün gözde bir düşünürü kalmaya devam edecek.
Görüşmek üzere
Sadık Yemni
*
Slavoj Žižek (Slavoy Jijek) (d. 21 Mart 1949 Ljubljana, Slovenya) Sloven Marksist sosyolog, psikanalist, filozof ve kültür eleştirmeni.Ljubljana, Slovenya’da(o tarihte Yugoslavya’nın bir bölümüydü) doğdu ve felsefe doktorasını Ljubljana’da aldı ve Paris Üniversitesi’nde Psikanaliz eğitimi gördü.1990 yılında Slovenya Cumhuriyeti Başkanlığı için Slovenya Liberal Demokrat Partisi’nin adayıydı.Žižek popüler kültürün yeniden okunmasında Jacques Lacan’ın çalışmalarını kullanmasıyla ünlüdür.Şu konuları da içeren sayısız konuda yazmaktadır; köktendincilik, hoşgörü, politik doğruluk, küreselleşme, öznellik, insan hakları, Lenin, mit, internet, postmodernizm, çok kültürlülük, post-marksizm, David Lynch ve Alfred HitchcockHayatıŽižek Sosyoloji Enstitüsü, Ljubljana Üniversitesi, Slovenya’da uzman araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda, burada sıralanan üniversitelerin yanısıra başka üniversitelerde de misafir profesör olarak ders vermektedir:the University of Chicago, Columbia, London Consortium, Princeton, The New School, the European Graduate School, the University of Minnesota, the University of California, Irvine and the University of Michigan. Bugünlerde Birkbeck Institute for the Humanities Birkbeck, University of London’da Uluslararası Yönetici olarak çalışmaktadır.Žižek 2004 yılında 26 yaşındaki Arjantinli model Analia Hounie ile ikinci evliliğini yaptı; daha önce Renata Salecl ile evliydi.Žižek mesleğinin başlangıcında 1970′lerin Yugoslavya’sının politik ortamında engellendi. 1975′de master tezinin siyasi açıdan şüpheli görülmesinden sonra Ljubljana Üniversitesi’nde bir yer sahibi olması önlendi. Takip eden yıllarda Yugoslav Ordusu’nda görev aldı ve sonunda Jacques Lacan’ın psikonalitik teorisine dönük kuramsal odaklanmaları olan bir grup Slovenyalı bilgin ile yakınlaştı.Žižek’in büyük bir sosyal kuramcı olarak uluslararası tanınması 1989′da İngilizce basılan ilk kitabı The Sublime Object of Ideology’ye kadar sürdü. Žižek’in en dünya çapında en çok tartışılan kitabı The Ticklish Subject (1999), O’nu açıkça dekonstrüksiyonizmcilerin, Heideggercilerin, Habermascıların, bilişsel işlemlerle uğraşan bilimadamlarının, feministler in ve Žižek’in New Age “obskürantizmciler” olarak tanımladıklarının karşısına koyar.Žižek’in çalışma ve düşünceleri belirlemedeki sorunlardan birisi O’nun kuramsal konumunu çok sık olarak kitapları arasında hatta bazen aynı kitabın farklı sayfalarında değiştirmesidir (mesela, Lacan’ın yapısalcı mı yoksa post-yapısalcı mı olduğu konusunda).Bu nedenden dolayı O’nu eleştiren bazı kişiler O’nu tutarsızlık ve entellektüel düzey eksikliği ile suçlamaktadır. Ne var ki, Ian Parker herhangi bir “Zizekyan” felsefe sistemi bulunmadığını öne sürmektedir çünkü Žižek, bütün tutarsızlığıyla beraber, bize, bizim bir tek yazardan neyi almak ve onda neye inanmak istediğimiz konusunda daha derinlemesine düşünmemiz konusunda yardımcı olmaya çalışıyor.(Parker, 2004) Aslında,Žižek’in kendisi, bir felsefecinin tavrının, bizim kendi ideolojik ön kabullerimizi sorgulamak yerine bize dünyayı anlatan Büyük Öteki gibi davranmak olmaması gerektiğini tartışarak, Jacques Lacan’ın kendi kuramlarını sürekli yenilemesini savunmaktadır.Žižek için felsefeci,soruları yanıtlamaya çalışan birisinden daha çok ,eleştiren birisidir.En son olarak Žižek Abercrombie & Fitch için hazırlanan bir katalogda yer alan Bruce Weber’in fotoğraflarına eşlik edecek bir metin yazdı.Büyük bir entellektüelin reklam metni yazmasının uygun olup olmadığı sorulduğunda, Žižek Boston Globe’a şunları söyledi: “Eğer para kazanmak için bu tür işler yapmak veya tam zamanlı çalışan Amerikalı bir akademisyen olarak imtiyazlı bir yer kapmak için kıç öpmek zorunda kalmak arasında bir seçim yapmam istenseydi böyle yerlerde yazı yazmayı seçmekten zevk alırdım!”Kendisine dönük ters ifadelerden utanmayan ateşli ve renkli bir öğretim üyesi olarak kabul edilmektedir. Üç bölümden oluşan ‘The Pervert’s Guide to Cinema’ belgeseli İngiliz televizyonu More4 televizyonunda Temmuz 2006′da yayınlandı.
*
Zizek, Irak ve "Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji"
Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonu öncesi, vaktiyle sapmayı unuttuğu, şimdi çıkmaza dönüşen açılarını düşündürmesi açısından Žižek'in Avrupa merkezci eleştirileri tartışmaya değer.
Slavoj Žižek, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak 5-6 Kasım tarihlerinde İstanbul'daydı. İki gün süren konferansın ilk gününde Žižek "Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji" başlıklı bir konuşma yaptı.
Žižek, ABD emperyalizmine ve Avrupa merkeziyetçiliğine de çeşitli eleştiriler getirdi. Daha önceki yazılarında da Amerikanın komünist rejimlere olan sert tavrını ve totaliter diktatörlerle işbirliği yapma özelliğini sıkça eleştiren Žižek, ABD'nin Irak'ı işgali sonrası Irak'ta ortaya çıkan uzlaşmaz köktenci politik-ideolojik bir takım yıldızlardan da bahsetmişti ayrıca.
ABD'nin, bu sömürgecilik dönemlerinden kalan tavrını; "İran yanlısı politik güçlerin Irak'ta üstünlüğüne neden oldu" diyerek açıklayan ve "eğer Bush savaş suçlarıyla ilgili Stalinist bir yargıç tarafından yargılansa bir 'İran ajanı' olarak suçlanırdı" diyen Žižek; Bush politikalarını "şiddet içeren taşkınlıklara, güce dayanan uygulamalar değil" aksine, "paniğin yol açtığı eylemlerdir" diyerek açıklamıştı.
Bilgi Üniversitesi'nde yaptığı konuşmalarda da liberalizmi ve Aydınlanmacı batı dünyasının iki yüzlü tavrını eleştiren Žižek'in konuşmaları; Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması isteklerinin bulunduğu ve Türkiye'nin Kuzey Irak'a askeri operasyonun tartışıldığı şu günlerde, ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu operasyonlarını hatırlatması açısından anlamlıydı.
Herşey planlandığı gibi işleyecek sandı birileri
2003'te ABD kuvvetleri, Saddam Hüseyin'i devirmek ve Irak halkına demokrasi götürmek adına Irak'a girdiğinde her şey tipik kolonyal ve emperyalist süreç içinde planlandığı gibi işleyecek gibi görünüyordu birileri için. Egemen gücün iktidarı sınırsız, mutlak ve bağışlayıcıydı. Kendi "uygar" dünyasının düzenini, dünyanın diğer ucundaki bir Orta Doğu ülkesine götürürken her şey çok uyum içinde ve tek sesli ilerliyordu.
Bütün dünyadaki, bir avuç karşıt sesin tüm tepkisine rağmen Amerikan askerleri Irak'a girdi, Saddam devrildi ve Irak'taki dikta rejimi son buldu. Bir süre sonra, Irak'ta gelmesi beklenilen barış ve sükûnetin yerini; Ebu Gharib hapishanesinden gelen tuhaf ve tüyler ürpertici haberler aldı.
"Evet suçluyuz"
ABD'lilerden sonra bölgeye giren İngiliz askerleri, isyancı olarak nitelenerek gözaltına aldıkları Irak halkına envai çeşit işkence uygulamaya başlamıştı. Bir süre sonra artan benzer haberler ve gelen fotoğraflar durumun vahametini gösterdi.
İnsanlık adına girişildiği savunulan bir operasyon, kurtarılması vaat edilen insanların çektiği acılarla son bulduğunda yine bir avuç azınlık sesini çıkarabilmişti bu işkence görüntülerine. Ve İngiliz askerleri nihayet yargılanmaya başlandığında, inkâr süreçleri sonrası ağızlarından patır patır dökülen ilk cümleler "Evet suçluyuz, sanırım ama biz neyin içine düştüğümüzü anladığımızda tek yaptığımız şey işkenceydi" türündendi.
Kendilerini, bilmedikleri bir coğrafyada, dillerini bilmedikleri ve "medeni" bulmadıkları insanların içinde bulan Batılı egemenin askerleri; yaptıkları tüm işgal ve işkencelere rağmen bir durumu da itiraf etmiş oluyorlardı: "Yabancıyı", "öteki'yi" ve "gerçek'i" bilmeme hali karşısında ters yüz olan "medeni" görüntülerinin ardında yatan karanlığın, dehşetengiz gerçeğinin yadsınamaz halini.
Jeannette Winterson ise, "Vişnenin Cinsiyeti" isimli kitabında "her yolculuk, kendi içinde bir yolculuk saklar; sapılmayan dönemeç, unutulan açı" der. Her gerçek yolculuğun insanı sonunda, kendi içine yapacağı "gerçek" bir içsel yolculuğa götüreceğini anlatan bu benzersiz cümleyi, tüm edebi romantikliğinden arındırarak başka bir romancının –Joseph Conrad'ın muhteşem romanının ismine bağlamak istiyorum.
İçimizde saklı, her yolculuk; kendi içimizdeki gizil bir dönemeci bulduğunda, o yolculuk sonunda "karanlığın yüreği" ne yapılan bir çıkmazla son bulur. Konuşmanın ve insanın anlamını yitirdiği anda ve yerde karşımıza çıkan "karanlık öteki" hiç bulmak istediğimiz ve iç dönemeçlerimizde saklanana saklana firar eden kendi ötekimizden başkası değildir. Batı merkezli bir bakıştan, belirsiz ve kuraldışı bir dilin bir durumu ifade biçimidir.
Kuzey Irak'a asker gönderme tartışmalarının yapıldığı bu günlerde Türkiye'nin ciddi olarak bölgenin geçmişine derinlemesine bakması ve ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu politikalarını, popülist bir "emperyalizme, AB'ye ve batıya hayır bakışının dışında" eleştirel bir gözle değerlendirmesi gerekiyor.
Kuzey Irak'ta kurulacak olası bir Kürt Devleti'nin en fazla yarar sağlayacağı güç tabii ki ABD ve tabii ki sömürgeci bir iktidar mantığıyla hareket ediyor. Her paniklediğinde de belki de kendine yeni bir "İran ajanı" bulma ihtiyacı hissediyor ve belki de bu defa kendi "ajanlığını" Türkiye'nin üstüne yıkmaya çalışıyor.
Bu açıdan, ötekine yapılan her olası yolculuğun kilometrelerce yol kat etmek olmadığını da göz önüne alırsak; Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonu öncesi, vaktiyle sapmayı unuttuğu, şimdi çıkmaza dönüşen açılarını düşündürmesi açısından Žižek'in Avrupa merkezci eleştirileri tartışmaya değerdir.
BİA Haber Merkezi – İstanbul 10 Kasım 2007, Cumartesi Yeliz KIZILARSLAN
*
'Türkiye, Hıristiyan Batı'nın kibrini kırabilirse sevinirim'
Yer Santralistanbul... İnsanlar, ellerinde şemsiyelerle yağmur çamur demeden bir yere yetişmeye çalışıyorlar.
17.00'de başlayacak konferans için salonun önünde birkaç gün öncesinden rezervasyon yaptıran dinleyiciler bekleşiyor. Kalabalığın arasında kısa kollu siyah tişörtüyle, salona girmeyi bekleyen biri dikkat çekiyor. Herkesin üşüdüğü bir sırada bu haliyle bakışları kendine çeken kişi, sıra dışı yorumlara sahip ünlü Sloven düşünür, felsefeci ve eleştirmen Slavoj Zizek'ten başkası değil.
Pazartesi akşamı, Santralistanbul'da tam manasıyla bir Zizek fırtınası yaşandı. 'Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji' adlı konferans için İstanbul'daydı ünlü felsefeci. Gördüğü ilgi onu da şaşırttı. Zizek de tam günündeydi, esti gürledi. Dinleyicilerden sabır göstermelerini istemesi boşuna değildi; çünkü konferans dur durak bilmeden yaklaşık 2 saat sürdü. İlginç yorumlarıyla dinleyenlere neşeli anlar yaşatan Zizek'in bizi en çok ilgilendiren yönü, Türkiye üzerine yorumlarıydı. Avrupa Birliği, örtünme, Kürt meselesi, Kemalizm gibi konuları çok iyi bilmediğini söylese de dokundurmalar yapmadan geçemedi. Salondakileri, "Pek hoşunuza gitmeyecek belki ama..." diye uyaran Zizek,
"Türkiye'yi Batı'nın konumundan savunup, Doğu'nun konumundan eleştiriyorum." dedi. Avrupa'nın ikiyüzlülüğünün 'iğrenç' olduğuna değinen düşünür, "Türkiye'de insan hakları sorunu var, tamam, ben de yüksek insan hakları standardı taraftarıyım; ama Baltık ülkeleri, Polonya ve İtalya'yı da aynı kriterlere göre değerlendirmek gerekli. Türkiye'de Kürtlere yapılanları eleştirecekseniz, İtalya'ya da bakın, diğer Baltık ülkelerine de. Benim çözümüm, 'birbirimize karşı anlayış gösterelim' değil, aynı zalimliği bütün ülkelere uygulayalım." dedi.
'Demokrasiye inanmıyoruz'
Marksizm, psikanaliz ve felsefe ile popüler kültür arasında köprüler kurarak 'derin' konuları anlaşılabilir kılan Zizek, kültürel incelemelerin Elvis'i olarak da anılıyor. Sinemaseverler, bu isme pek yabancı değil. İstanbul Film Festivali'nde gösterilen 'Zizek!' (2006) ve 'Sapığın Sinema Rehberi' (2007) adlı belgesellerden tanıyorlar onu. Konferansa naif bir soruyla başladı Slavoj Zizek: "Felsefe bugün halka ne anlatabilir?" Cevabını da kendi verdi: "Hepimiz bugün ekolojiyle, dinsel tartışmalarla iç içeyiz. Felsefenin görevi yanıt bulmak değil, algılayış biçiminin sorunun bir parçası olduğunu görebilmektir. Yanlış yanıt yoktur, yanlış soru vardır."
Konuşmasında sık sık espiriler yapan Zizek, 'kendini darı zanneden deli' fıkrasındaki iyileşerek hastaneden çıkan adamın 'Ben darı olmadığımı biliyorum, ama tavuklar bunu biliyor mu?' demesinin, liberalleri anlamak için iyi bir ders olduğunu söyledi: "Liberaller de özgür olduklarını biliyorlar; ama bunu bilmeyen bir tavuk vardır karşılarında. Bir tavuk yüzünden koca ülke göçebiliyor." Herkesin birer tavuğu olduğunu, felsefecilerin görevinin ise bu tavukları öldürmek olduğunu söyleyen Zizek, bir arkadaşının, kuantum fizikçisi Niels Bohr'e kapısı üzerinde asılı duran nalı gördükten sonra "Sen de mi bunun uğurlu olduğuna inanıyorsun?" demesini de anlattı: "Bohr, 'Ben bilim adamıyım, tabii ki inanmıyorum' demiş. Arkadaşı sormuş: 'Niye astın peki?'. 'İnanmıyorsam bile bir işe yarıyor' demiş. Demokrasiye, insan haklarına vs. inanmıyoruz, ama bir şekilde işlemeye devam ediyor."
Türkiye'de bir tarafta ılımlı İslamcı Avrupa taraftarı kesimlerin, diğer tarafta ulus merkezli Kemalistlerin olduğunu söyleyen Zizek, her ikisine de karşı çıkıyor: "Çözüm evrenselci konumdadır. Peki, küresel kapitalizme evrensel düzeyde nasıl karşı çıkacağız? Bu kültürel mekanizmalardan çıkıp politikayı yeniden politize etmekten geçiyor çözüm. İspanya eski Başbakanı Zapetero 'Medeniyetler Paktı' önerdi. Buna karşı çıkıyorum. Benim uygarlığımda ön plana çıkanlarla, senin uygarlığında öne çıkanlar bir araya gelsin. Birbirimize karşı hoşgörüyle yaklaşım değil formülüm. Gelin, hoşgörüsüzlüklerimizi paylaşalım." Zizek'e göre Türkiye'nin bu konuda büyük bir şansı var: "Türkiye, Hıristiyan Batı'nın kibirli tavrını ortadan kaldırabilirse, çok mutlu olurum. İslam'ın da bu oluşumda yer alabileceğini kabul ettirecek bu sayede."
'Başörtüsü takmak Çin restoranına gitmekten farklı değil'
"Örtünme, ilerici de olabilir. Benim açımdan sorun teşkil etmeyen bir kullanım alanı. Fransa bu konuda hata yaptı. Başörtüsü gibi kişisel kimlikler eski geleneğe dönüş gibi gözükse de şekil olarak evrenselcidir. Başörtüsü takmak, Çin restoranına gitmekten farklı değil. Bu bir seçenek. Mesela Fransa'daki Müslüman kadınlar, 'Başörtüsünü seçiyoruz' derlerse harika derim. Çünkü kendilerine empoze edilmiyor, seçiyorlar. Önemli olan gerçek evrenselciliğin zor olduğunu anlamak. Küresel kapitalizme eleştirim, fazla evrensel olduğu değil, yeterince evrensel olmadığı için."
Musa İğrek
07 Kasım 2007, Çarşamba
-------------------------------------------------------
14 haziran Cumartesi günü 14.30’da Slavoj Zizek’in görüşlerini incelemek üzere toplanacağız.
Slavoj Žižek’in çok yönlü çalışmaları var malum. 14 haziran cumartesi günü Ödünç alınan Irak çaydanlığı kitabını merkez alacağız. Bir sonraki Zizek toplantısında onun film analizlerine(David Lynch ve Alfred Hitchcock) eğileceğiz. Kısacası Žižek fikir yonga kulübümüzün gözde bir düşünürü kalmaya devam edecek.
Görüşmek üzere
Sadık Yemni
*
Slavoj Žižek (Slavoy Jijek) (d. 21 Mart 1949 Ljubljana, Slovenya) Sloven Marksist sosyolog, psikanalist, filozof ve kültür eleştirmeni.Ljubljana, Slovenya’da(o tarihte Yugoslavya’nın bir bölümüydü) doğdu ve felsefe doktorasını Ljubljana’da aldı ve Paris Üniversitesi’nde Psikanaliz eğitimi gördü.1990 yılında Slovenya Cumhuriyeti Başkanlığı için Slovenya Liberal Demokrat Partisi’nin adayıydı.Žižek popüler kültürün yeniden okunmasında Jacques Lacan’ın çalışmalarını kullanmasıyla ünlüdür.Şu konuları da içeren sayısız konuda yazmaktadır; köktendincilik, hoşgörü, politik doğruluk, küreselleşme, öznellik, insan hakları, Lenin, mit, internet, postmodernizm, çok kültürlülük, post-marksizm, David Lynch ve Alfred HitchcockHayatıŽižek Sosyoloji Enstitüsü, Ljubljana Üniversitesi, Slovenya’da uzman araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda, burada sıralanan üniversitelerin yanısıra başka üniversitelerde de misafir profesör olarak ders vermektedir:the University of Chicago, Columbia, London Consortium, Princeton, The New School, the European Graduate School, the University of Minnesota, the University of California, Irvine and the University of Michigan. Bugünlerde Birkbeck Institute for the Humanities Birkbeck, University of London’da Uluslararası Yönetici olarak çalışmaktadır.Žižek 2004 yılında 26 yaşındaki Arjantinli model Analia Hounie ile ikinci evliliğini yaptı; daha önce Renata Salecl ile evliydi.Žižek mesleğinin başlangıcında 1970′lerin Yugoslavya’sının politik ortamında engellendi. 1975′de master tezinin siyasi açıdan şüpheli görülmesinden sonra Ljubljana Üniversitesi’nde bir yer sahibi olması önlendi. Takip eden yıllarda Yugoslav Ordusu’nda görev aldı ve sonunda Jacques Lacan’ın psikonalitik teorisine dönük kuramsal odaklanmaları olan bir grup Slovenyalı bilgin ile yakınlaştı.Žižek’in büyük bir sosyal kuramcı olarak uluslararası tanınması 1989′da İngilizce basılan ilk kitabı The Sublime Object of Ideology’ye kadar sürdü. Žižek’in en dünya çapında en çok tartışılan kitabı The Ticklish Subject (1999), O’nu açıkça dekonstrüksiyonizmcilerin, Heideggercilerin, Habermascıların, bilişsel işlemlerle uğraşan bilimadamlarının, feministler in ve Žižek’in New Age “obskürantizmciler” olarak tanımladıklarının karşısına koyar.Žižek’in çalışma ve düşünceleri belirlemedeki sorunlardan birisi O’nun kuramsal konumunu çok sık olarak kitapları arasında hatta bazen aynı kitabın farklı sayfalarında değiştirmesidir (mesela, Lacan’ın yapısalcı mı yoksa post-yapısalcı mı olduğu konusunda).Bu nedenden dolayı O’nu eleştiren bazı kişiler O’nu tutarsızlık ve entellektüel düzey eksikliği ile suçlamaktadır. Ne var ki, Ian Parker herhangi bir “Zizekyan” felsefe sistemi bulunmadığını öne sürmektedir çünkü Žižek, bütün tutarsızlığıyla beraber, bize, bizim bir tek yazardan neyi almak ve onda neye inanmak istediğimiz konusunda daha derinlemesine düşünmemiz konusunda yardımcı olmaya çalışıyor.(Parker, 2004) Aslında,Žižek’in kendisi, bir felsefecinin tavrının, bizim kendi ideolojik ön kabullerimizi sorgulamak yerine bize dünyayı anlatan Büyük Öteki gibi davranmak olmaması gerektiğini tartışarak, Jacques Lacan’ın kendi kuramlarını sürekli yenilemesini savunmaktadır.Žižek için felsefeci,soruları yanıtlamaya çalışan birisinden daha çok ,eleştiren birisidir.En son olarak Žižek Abercrombie & Fitch için hazırlanan bir katalogda yer alan Bruce Weber’in fotoğraflarına eşlik edecek bir metin yazdı.Büyük bir entellektüelin reklam metni yazmasının uygun olup olmadığı sorulduğunda, Žižek Boston Globe’a şunları söyledi: “Eğer para kazanmak için bu tür işler yapmak veya tam zamanlı çalışan Amerikalı bir akademisyen olarak imtiyazlı bir yer kapmak için kıç öpmek zorunda kalmak arasında bir seçim yapmam istenseydi böyle yerlerde yazı yazmayı seçmekten zevk alırdım!”Kendisine dönük ters ifadelerden utanmayan ateşli ve renkli bir öğretim üyesi olarak kabul edilmektedir. Üç bölümden oluşan ‘The Pervert’s Guide to Cinema’ belgeseli İngiliz televizyonu More4 televizyonunda Temmuz 2006′da yayınlandı.
*
Zizek, Irak ve "Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji"
Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonu öncesi, vaktiyle sapmayı unuttuğu, şimdi çıkmaza dönüşen açılarını düşündürmesi açısından Žižek'in Avrupa merkezci eleştirileri tartışmaya değer.
Slavoj Žižek, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak 5-6 Kasım tarihlerinde İstanbul'daydı. İki gün süren konferansın ilk gününde Žižek "Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji" başlıklı bir konuşma yaptı.
Žižek, ABD emperyalizmine ve Avrupa merkeziyetçiliğine de çeşitli eleştiriler getirdi. Daha önceki yazılarında da Amerikanın komünist rejimlere olan sert tavrını ve totaliter diktatörlerle işbirliği yapma özelliğini sıkça eleştiren Žižek, ABD'nin Irak'ı işgali sonrası Irak'ta ortaya çıkan uzlaşmaz köktenci politik-ideolojik bir takım yıldızlardan da bahsetmişti ayrıca.
ABD'nin, bu sömürgecilik dönemlerinden kalan tavrını; "İran yanlısı politik güçlerin Irak'ta üstünlüğüne neden oldu" diyerek açıklayan ve "eğer Bush savaş suçlarıyla ilgili Stalinist bir yargıç tarafından yargılansa bir 'İran ajanı' olarak suçlanırdı" diyen Žižek; Bush politikalarını "şiddet içeren taşkınlıklara, güce dayanan uygulamalar değil" aksine, "paniğin yol açtığı eylemlerdir" diyerek açıklamıştı.
Bilgi Üniversitesi'nde yaptığı konuşmalarda da liberalizmi ve Aydınlanmacı batı dünyasının iki yüzlü tavrını eleştiren Žižek'in konuşmaları; Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması isteklerinin bulunduğu ve Türkiye'nin Kuzey Irak'a askeri operasyonun tartışıldığı şu günlerde, ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu operasyonlarını hatırlatması açısından anlamlıydı.
Herşey planlandığı gibi işleyecek sandı birileri
2003'te ABD kuvvetleri, Saddam Hüseyin'i devirmek ve Irak halkına demokrasi götürmek adına Irak'a girdiğinde her şey tipik kolonyal ve emperyalist süreç içinde planlandığı gibi işleyecek gibi görünüyordu birileri için. Egemen gücün iktidarı sınırsız, mutlak ve bağışlayıcıydı. Kendi "uygar" dünyasının düzenini, dünyanın diğer ucundaki bir Orta Doğu ülkesine götürürken her şey çok uyum içinde ve tek sesli ilerliyordu.
Bütün dünyadaki, bir avuç karşıt sesin tüm tepkisine rağmen Amerikan askerleri Irak'a girdi, Saddam devrildi ve Irak'taki dikta rejimi son buldu. Bir süre sonra, Irak'ta gelmesi beklenilen barış ve sükûnetin yerini; Ebu Gharib hapishanesinden gelen tuhaf ve tüyler ürpertici haberler aldı.
"Evet suçluyuz"
ABD'lilerden sonra bölgeye giren İngiliz askerleri, isyancı olarak nitelenerek gözaltına aldıkları Irak halkına envai çeşit işkence uygulamaya başlamıştı. Bir süre sonra artan benzer haberler ve gelen fotoğraflar durumun vahametini gösterdi.
İnsanlık adına girişildiği savunulan bir operasyon, kurtarılması vaat edilen insanların çektiği acılarla son bulduğunda yine bir avuç azınlık sesini çıkarabilmişti bu işkence görüntülerine. Ve İngiliz askerleri nihayet yargılanmaya başlandığında, inkâr süreçleri sonrası ağızlarından patır patır dökülen ilk cümleler "Evet suçluyuz, sanırım ama biz neyin içine düştüğümüzü anladığımızda tek yaptığımız şey işkenceydi" türündendi.
Kendilerini, bilmedikleri bir coğrafyada, dillerini bilmedikleri ve "medeni" bulmadıkları insanların içinde bulan Batılı egemenin askerleri; yaptıkları tüm işgal ve işkencelere rağmen bir durumu da itiraf etmiş oluyorlardı: "Yabancıyı", "öteki'yi" ve "gerçek'i" bilmeme hali karşısında ters yüz olan "medeni" görüntülerinin ardında yatan karanlığın, dehşetengiz gerçeğinin yadsınamaz halini.
Jeannette Winterson ise, "Vişnenin Cinsiyeti" isimli kitabında "her yolculuk, kendi içinde bir yolculuk saklar; sapılmayan dönemeç, unutulan açı" der. Her gerçek yolculuğun insanı sonunda, kendi içine yapacağı "gerçek" bir içsel yolculuğa götüreceğini anlatan bu benzersiz cümleyi, tüm edebi romantikliğinden arındırarak başka bir romancının –Joseph Conrad'ın muhteşem romanının ismine bağlamak istiyorum.
İçimizde saklı, her yolculuk; kendi içimizdeki gizil bir dönemeci bulduğunda, o yolculuk sonunda "karanlığın yüreği" ne yapılan bir çıkmazla son bulur. Konuşmanın ve insanın anlamını yitirdiği anda ve yerde karşımıza çıkan "karanlık öteki" hiç bulmak istediğimiz ve iç dönemeçlerimizde saklanana saklana firar eden kendi ötekimizden başkası değildir. Batı merkezli bir bakıştan, belirsiz ve kuraldışı bir dilin bir durumu ifade biçimidir.
Kuzey Irak'a asker gönderme tartışmalarının yapıldığı bu günlerde Türkiye'nin ciddi olarak bölgenin geçmişine derinlemesine bakması ve ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu politikalarını, popülist bir "emperyalizme, AB'ye ve batıya hayır bakışının dışında" eleştirel bir gözle değerlendirmesi gerekiyor.
Kuzey Irak'ta kurulacak olası bir Kürt Devleti'nin en fazla yarar sağlayacağı güç tabii ki ABD ve tabii ki sömürgeci bir iktidar mantığıyla hareket ediyor. Her paniklediğinde de belki de kendine yeni bir "İran ajanı" bulma ihtiyacı hissediyor ve belki de bu defa kendi "ajanlığını" Türkiye'nin üstüne yıkmaya çalışıyor.
Bu açıdan, ötekine yapılan her olası yolculuğun kilometrelerce yol kat etmek olmadığını da göz önüne alırsak; Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonu öncesi, vaktiyle sapmayı unuttuğu, şimdi çıkmaza dönüşen açılarını düşündürmesi açısından Žižek'in Avrupa merkezci eleştirileri tartışmaya değerdir.
BİA Haber Merkezi – İstanbul 10 Kasım 2007, Cumartesi Yeliz KIZILARSLAN
*
'Türkiye, Hıristiyan Batı'nın kibrini kırabilirse sevinirim'
Yer Santralistanbul... İnsanlar, ellerinde şemsiyelerle yağmur çamur demeden bir yere yetişmeye çalışıyorlar.
17.00'de başlayacak konferans için salonun önünde birkaç gün öncesinden rezervasyon yaptıran dinleyiciler bekleşiyor. Kalabalığın arasında kısa kollu siyah tişörtüyle, salona girmeyi bekleyen biri dikkat çekiyor. Herkesin üşüdüğü bir sırada bu haliyle bakışları kendine çeken kişi, sıra dışı yorumlara sahip ünlü Sloven düşünür, felsefeci ve eleştirmen Slavoj Zizek'ten başkası değil.
Pazartesi akşamı, Santralistanbul'da tam manasıyla bir Zizek fırtınası yaşandı. 'Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji' adlı konferans için İstanbul'daydı ünlü felsefeci. Gördüğü ilgi onu da şaşırttı. Zizek de tam günündeydi, esti gürledi. Dinleyicilerden sabır göstermelerini istemesi boşuna değildi; çünkü konferans dur durak bilmeden yaklaşık 2 saat sürdü. İlginç yorumlarıyla dinleyenlere neşeli anlar yaşatan Zizek'in bizi en çok ilgilendiren yönü, Türkiye üzerine yorumlarıydı. Avrupa Birliği, örtünme, Kürt meselesi, Kemalizm gibi konuları çok iyi bilmediğini söylese de dokundurmalar yapmadan geçemedi. Salondakileri, "Pek hoşunuza gitmeyecek belki ama..." diye uyaran Zizek,
"Türkiye'yi Batı'nın konumundan savunup, Doğu'nun konumundan eleştiriyorum." dedi. Avrupa'nın ikiyüzlülüğünün 'iğrenç' olduğuna değinen düşünür, "Türkiye'de insan hakları sorunu var, tamam, ben de yüksek insan hakları standardı taraftarıyım; ama Baltık ülkeleri, Polonya ve İtalya'yı da aynı kriterlere göre değerlendirmek gerekli. Türkiye'de Kürtlere yapılanları eleştirecekseniz, İtalya'ya da bakın, diğer Baltık ülkelerine de. Benim çözümüm, 'birbirimize karşı anlayış gösterelim' değil, aynı zalimliği bütün ülkelere uygulayalım." dedi.
'Demokrasiye inanmıyoruz'
Marksizm, psikanaliz ve felsefe ile popüler kültür arasında köprüler kurarak 'derin' konuları anlaşılabilir kılan Zizek, kültürel incelemelerin Elvis'i olarak da anılıyor. Sinemaseverler, bu isme pek yabancı değil. İstanbul Film Festivali'nde gösterilen 'Zizek!' (2006) ve 'Sapığın Sinema Rehberi' (2007) adlı belgesellerden tanıyorlar onu. Konferansa naif bir soruyla başladı Slavoj Zizek: "Felsefe bugün halka ne anlatabilir?" Cevabını da kendi verdi: "Hepimiz bugün ekolojiyle, dinsel tartışmalarla iç içeyiz. Felsefenin görevi yanıt bulmak değil, algılayış biçiminin sorunun bir parçası olduğunu görebilmektir. Yanlış yanıt yoktur, yanlış soru vardır."
Konuşmasında sık sık espiriler yapan Zizek, 'kendini darı zanneden deli' fıkrasındaki iyileşerek hastaneden çıkan adamın 'Ben darı olmadığımı biliyorum, ama tavuklar bunu biliyor mu?' demesinin, liberalleri anlamak için iyi bir ders olduğunu söyledi: "Liberaller de özgür olduklarını biliyorlar; ama bunu bilmeyen bir tavuk vardır karşılarında. Bir tavuk yüzünden koca ülke göçebiliyor." Herkesin birer tavuğu olduğunu, felsefecilerin görevinin ise bu tavukları öldürmek olduğunu söyleyen Zizek, bir arkadaşının, kuantum fizikçisi Niels Bohr'e kapısı üzerinde asılı duran nalı gördükten sonra "Sen de mi bunun uğurlu olduğuna inanıyorsun?" demesini de anlattı: "Bohr, 'Ben bilim adamıyım, tabii ki inanmıyorum' demiş. Arkadaşı sormuş: 'Niye astın peki?'. 'İnanmıyorsam bile bir işe yarıyor' demiş. Demokrasiye, insan haklarına vs. inanmıyoruz, ama bir şekilde işlemeye devam ediyor."
Türkiye'de bir tarafta ılımlı İslamcı Avrupa taraftarı kesimlerin, diğer tarafta ulus merkezli Kemalistlerin olduğunu söyleyen Zizek, her ikisine de karşı çıkıyor: "Çözüm evrenselci konumdadır. Peki, küresel kapitalizme evrensel düzeyde nasıl karşı çıkacağız? Bu kültürel mekanizmalardan çıkıp politikayı yeniden politize etmekten geçiyor çözüm. İspanya eski Başbakanı Zapetero 'Medeniyetler Paktı' önerdi. Buna karşı çıkıyorum. Benim uygarlığımda ön plana çıkanlarla, senin uygarlığında öne çıkanlar bir araya gelsin. Birbirimize karşı hoşgörüyle yaklaşım değil formülüm. Gelin, hoşgörüsüzlüklerimizi paylaşalım." Zizek'e göre Türkiye'nin bu konuda büyük bir şansı var: "Türkiye, Hıristiyan Batı'nın kibirli tavrını ortadan kaldırabilirse, çok mutlu olurum. İslam'ın da bu oluşumda yer alabileceğini kabul ettirecek bu sayede."
'Başörtüsü takmak Çin restoranına gitmekten farklı değil'
"Örtünme, ilerici de olabilir. Benim açımdan sorun teşkil etmeyen bir kullanım alanı. Fransa bu konuda hata yaptı. Başörtüsü gibi kişisel kimlikler eski geleneğe dönüş gibi gözükse de şekil olarak evrenselcidir. Başörtüsü takmak, Çin restoranına gitmekten farklı değil. Bu bir seçenek. Mesela Fransa'daki Müslüman kadınlar, 'Başörtüsünü seçiyoruz' derlerse harika derim. Çünkü kendilerine empoze edilmiyor, seçiyorlar. Önemli olan gerçek evrenselciliğin zor olduğunu anlamak. Küresel kapitalizme eleştirim, fazla evrensel olduğu değil, yeterince evrensel olmadığı için."
Musa İğrek
07 Kasım 2007, Çarşamba
-------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder