2 Eylül 2008 Salı

Fuat Sezgin - Batı Uygarlığı İslam Medeniyetinin Çocuğudur




Sevgili Fikir yongacılar,

26 nisan cumartesi günü 14.30’da toplanacağız.
12 Nisan tarihinde Batı medeniyetinin Doğulu kökenlerini J. Hobson’un aynı başlıklı kitabını baz alarak işledik. Önümüzdeki cumartesi günü aynı konuya bir başka açıdan yaklaşacağız. Bu defa büyük bilgin Fuat Sezgin’in 11 ciltlik büyük eserini baz alacağız. Elimizde kitap yok. Bu nedenle aşağıdaki metni kullanacağız. Zaman artarsa Hobson’un kitabında geçen sefer zaman darlığından ele alamadığımız son bölüme de göz atabiliriz.

10 Mayıs Cumartesi günü Emmanuel Todd’un İmparatorluktan Sonra adlı kitabını inceleyeceğiz.
Yazar: Emmanuel Todd Marka: DOST KİTABEVİ
Gelecekte Amerika' nın dünyadaki yeri ne olacak? Todd' a göre bir Amerikan İmparatorluğu olmayacak. Çünkü dünya o kadar geniş, o kadar çeşitli ve dinamik ki bir tek gücün hakimiyeti düşünülemez. Dünyamızı her geçen gün değiştiren nüfussal, kültürel, sınai, parasal, ideolojik ve askeri güçler incelendiğinde Amerika'nın yerinin pek de sağlam olmadığı anlaşılıyor. Todd bu kitapta bir zamanların tartışılamaz süper gücünün yakın gelecekte kaçınılmaz olarak nasıl düşüşe geçeceğini çok disiplinli bir yaklaşımla belirliyor.


NOT: 24 mayıs cumartesi günü eğer kaynaklar elverirse Andrew Keen’in The cult of amateur adlı eserinin ışığında İnternet devrimini büyüteç altına alacağız.

26 Nisan Cumartesi
Büyük bilim adamı Fuat Sezgin’in 11 ciltlik eserine küçük bir giriş: ''Batı uygarlığı, İslam medeniyetinin çocuğudur''

İlimler tarihi konusunda dünyanın sayılı isimlerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin Almanya'da görev yapıyor. Modern dünyanın temelini İslam alimlerinin attığını söyleyen Sezgin, geçtiğimiz günlerde Türkiye'deydi.

Almanya’daki Türk profesör Fuat Sezgin dünyanın en ünlü ilimler tarihi uzmanlarından. Hatta onun kitaplarını okuyan ABD"nin Colombia Üniversitesi"ndeki bir Arabist profesör, ülkesinde alanının bir numaralı ismi kabul ediliyor. Sezgin, halen Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Direktörü. Dünyada bu alandaki en önemli kaynak eser olan ve 12 cilde ulaşan İslam İlimleri Tarihi adlı kitabı Türkçe"ye çevrilmediği için ülkemizde bilinmiyor. Prof. Sezgin ile İstanbul’da, Ayasofya ile Sultanahmet arasında bir çay bahçesinde sohbet ettik. İki şaheser arasında Sezgin, Türkiye"nin hiç alışık olmadığı sözleri "bilimsel sonuçlar" diye anlattı.Sezgin, "Ben 60 yılımı verdim. Ama milletler için zaman bir insanın ömründen ibaret değil" dediği araştırmalarının neticesini, "Bugünkü Avrupa medeniyeti, İslam medeniyetinin muayyen şartlar içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka iktisadi ve jeopolitik şartlar altında ortaya çıkan devamından ibarettir. Ben Avrupa medeniyetini, bazı adetleri bir tarafa bırakılırsa yabancı bulmuyorum. Avrupa medeniyeti İslam medeniyetinin bir çocuğu. Bu çocuğu düşman bulmamak, onu sevmek, o çocuğun geliştirdiği bazı şeyleri görmek, müspetse almak ve onlara dayanarak yeni hamleler yapmak lazım" şeklinde açıklıyor.Prof. Fuat Sezgin, 1942 senesinde İstanbul Üniversitesi"nde Arap filolojisi eğitimi almaya başladığında dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oryantalisti kabul edilen Alman Hellmut Ritter’in öğrencisi olmuş. Hocasından Müslümanlarda da büyük matematikçiler olduğunu ve Avrupa’nın en büyük alimleri seviyesinde bilimadamı olduklarını işitip, isimlerini de duyunca çok şaşırmış: "Dehşete düştüm. Çünkü ilkokulda, lisede öğrendiğimiz şeyler tamamıyla buna aykırıydı. Modern dünyanın gelişimine İslam dünyasının katkısını sıfır diye biliyorduk. Ritter’in sözleri İslam ilimleri tarihini öğrenmem için kırbaç rolü oynadı. Bütün dünyayı terk ederek gece gündüz bunun için çalıştım."1942’de Almanlar Bulgaristan’ı işgal edince Türkiye"yi de istila edecekleri korkusuyla nisan ayında okullar, üniversiteler tatile girmiş. Ritter’den "Arapça öğren" uyarısını alan Sezgin bu durumu fırsat bilip 6 ay eve kapanmış ve günde 17 saat çalışarak babasından kalan 30 ciltlik Taberi Tefsiri’ni okumuş. Başlangıçta anlamayıp Kur’an tercümeleriyle karşılaştırsa da 6. ayın sonunda Arapça’yı Türkçe gibi okur ve anlar hale gelir. Çalışmaya sadece yakındaki camide ezan okununca mola vermekteymiş. Kendisi de 33 dil bilen Ritter’den diğer profesörlerin önünde "Hayatımda bir dili bu kadar hızlı ilerleten kişi görmedim" övgüsünü almış. Bugün Süryanice, Arapça, Farsça, Latince ve İbranice gibi araştırdığı bilim dalındaki eserlerin orijinallerini okuyabilen Sezgin övünmek olur diye bu konudan söz etmese de yakınları onun 27 dili çok iyi bildiğini söylüyor. Sezgin’in anlattıklarına göre dünya bilimler tarihi yeniden yazılmalı. Çünkü yanlış yazılmış. Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs"te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Halbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait. Müslümanlar dünya sahnesine çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9 ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor. Portekizlilere mal edilen modern denizcilik bilimi için Sezgin, "Yüzde yüz İslam bilginlerine ait. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Modern denizcilik İslam dünyasının bir malı. İslam dünyasının bir başarısı" diyor ve şunları anlatıyor:"Pusulayı iptidai bir cisim olarak Çinlilerden öğrenip aldılar. Denizcilik biliminin iki temel prensibi vardır: Biri engin denizde büyük mesafeleri ölçebilmek. İkincisi bulunduğunuz noktayı tespit edebilmek. Bu ikisi Avrupa"da ancak 20. yüzyılın ilk yarısında mümkün olabildi. Müslümanlar 15. yüzyılda denizcilik ilminin bu iki temelini kurmuşlardı. Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi 20 ila 30 kilometre bir hata ile ölçebilmişlerdi. Bunun da ötesinde çok mühim olan bu ölçüler sayesinde Müslümanlar enlem boylam derecelerini gösteren ve bunlara dayanan dünyanın ilk haritalarını çizdiler. Bugün küçük tashihler dışında bu ölçüm ve haritaların doğru olduğunu görüyoruz. Onlar kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da ekvatora paralel ölçüleri yapabiliyorlardı. Avrupalılar Müslümanlardan ilk iki ölçümü öğrendi. Ancak trigonometri bilgileri yeterli olmadığı için ekvatora paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını bir türlü anlayamadılar. Portekizliler esasında hiçbir şeyi keşfetmediler. İslam haritaları 15. asrın başlarında onlara ulaşmıştı. Bunu kendi tarih kitaplarından çıkarıyoruz. Hint Okyanusu kıyılarında çok miktarda altın, halı ve baharat olduğunu biliyorlardı. Baharat etlerin kokmamasını sağladığından Avrupa için mühimdi. Hint Okyanusu"na denizden ulaşmaya çalışıyorlardı. Ama Portekizlilerden evvel bu yol Müslümanlar tarafından kullanılıyordu. Portekizlilerin modern denizcilik biliminin kurucusu olduğu bilgisinin yanlışlığını ispat ettim. Onu İslam İlimleri Tarihi"nin 11. cildinde bulabilirsiniz. Müslümanlar Afrika"nın güneyindeki yolu kullanarak 9. yüzyılda Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu 15. asırda Müslümanların elinde bir İslam gölü gibiydi. Hindistan ve Java, Müslümanların elindeydi. Ummanlı denizciler İbn-i Macit ve Süleyman el Mehri 15. asrın matematikten astronomiye her ilmi bilen filozof iki denizcisiydi."


147"lerden biri olarak üniversiteden atıldı


Fuat Sezgin, İstanbul Üniversitesi Arap Edebiyatı bölümünde öğretim üyesi olmasına karşın İslam ilimlerinin tarihini yazmayı kafasına koymuştu. Kitabıyla ilgili malzemeleri topluyordu. Ancak 1960"ta 27 Mayıs askeri darbesinde 147"likler listesine girerek üniversiteden atıldı. Sezgin o günü şöyle anlatıyor: "Evimden çıktım. Baktım bir çocuk diyor ki; "Yazıyor yazıyor, 147 profesörün üniversiteden çıkarıldığını yazıyor". Gazeteyi aldım elime. Baktım benim de ismim var. Enstitü yerine Süleymaniye Kütüphanesi"ne gittim. O gün artık Türkiye"de yaşayamayacağıma inandım. Birkaç Amerikan ve Alman üniversitesine yazdım. İki ay sonra bana iki Amerikan üniversitesinden ve Frankfurt'tan davet geldi. Daha kitabın malzemelerini tamamlayamamıştım. Türkiye"den uzaklaşmayayım, sık sık Türkiye"ye gelmek zorunda kalırım diye Frankfurt"u tercih ettim."Frankfurt"a gittiğinde Avrupalıların beynelmilel bir komite tarafından İslam ilimleri tarihiyle ilgili bir kitap yazma çabasıyla karşılaşmış. Buna karar veren komite 1967 senesinde Sezgin"in ilk kitabı çıkınca kendini lağvetmiş. Sezgin ilk cildin hikayesi için şunları söylüyor: "Komitede bir Müslüman veya bir Türk bu kitabı yazamaz. Kitabı gülünç olur diye konuşmuşlar. 1967 yılında kitabımın ilk cildi çıktı. Ondan sonra bir toplantı daha yapmışlar. Ve artık "Bizim devam etmemize lüzum yok" diyerek komisyonu lağvettiler. Bana UNESCO yardımını da vermediler. Alman Araştırma Kurumu ilk cilt çıktıktan sonra gezilerimi finanse etti ve bana asistanlar verdi. O sırada Türkiye"de bulunan hocam Hellmut Ritter, "Böyle bir kitap ne daha önce yazıldı ne de bundan sonra bu mükemmellikte yazılabilir" diye bana yazdı. Ben de mesut ve hür olarak yoluma devam ettim. Bugün 12 cilde ulaşan kitabımın çıkışıyla hayatımda şu saadeti hissettim: İslam ilimleri araştırmalarının sınırı, dairesi çok genişledi. Orada birçok yeni problemi veriyorum ve kendime dair yeni şeyler var. Aynı zamanda kitapta mevcut oryantalistlerin bilgilerini de münakaşa ediyorum." Prof. Dr. Fuat Sezgin, bugünkü Avrupa medeniyet ve biliminin bilinenin aksine Yunan medeniyeti olmayıp İslam medeniyeti olduğunu söylüyor: "16. yüzyılın sonlarında İslam bilim ve medeniyeti duraklama içine girmeseydi insanlık 20. asırda yakaladığı bilimsel seviyeye 2 yüzyıl önce ulaşırdı. İnsanlık nükleer enerjiyle de 200 yıl önce tanışırdı. Ama atomun daha erken icadı insanlık için iyi mi olurdu kötü mü olurdu bilemem."Frankfurt"taki enstitüsünde İslam bilginlerinin eserlerinden okuyarak yeniden yaptırdığı 800 icadı teşhir eden Sezgin"e göre bunlar kitaplarda yer alan icatların yüzde biri bile değil. Arap ülkeleri memleketlerini tanıtan bir açılışta bu 800 eseri sergilemek için Sezgin ile temasa geçti. Yine İslam ülkeleri dışişleri bakanları toplandığında Türk Dışişleri'nin davetlisi olarak İslam ilimleri tarihini anlatması için davet aldı. Bu ayın başında Almanya'da açılan bir Haçlı seferleri sergisinde, Sezgin"in müzesindeki, haçlı seferleri sırasında Batılıların Müslümanlardan öğrendikleri buluşlarla ilgili 60 eser sergilendi. Sergiye katılanlar, atalarının savaş için gittikleri Müslümanlardan buluşlarını alarak döndüklerini öğrenince çok şaşırmış. Sezgin de, sergiye katılan yüksek düzeydeki din adamlarını müzesine davet etmiş.Fuat Sezgin, Avrupa Birliği"nin Türkiye"yi üyeliğe kabul etme ihtimalini zayıf buluyor. En son yazdığı 5 ciltlik İslam ilimleriyle ilgili kronolojik buluş indekslerinin de yer aldığı kitabı Alman cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanına göndermiş. Üçü de kitapların içeriğiyle ilgili övücü sözler etmiş. Başbakan Schröder, "Bu iki kültür dünyasını birbirinden ayıran zümrelerin karşısında mücadele edebilmemiz için bize en büyük desteği verdiniz" diye cevap yazmış. Sezgin, "Avrupalılar medeniyetlerini ve bilimlerini İslam bilginlerine borçlu olduklarının farkında değil. Evvela İslam dünyasını bilmiyorlar. Biz tanıtamadık. Üstelik de terör hareketleriyle ve din adamlarının zayıf davranışlarıyla yanlış tanıttık" diye konuşuyor.


Sezgin, İslam bilginlerinin Bilimsel buluşlarına dair şu örnekleri veriyor:


Sinüs: Arapça"daki cib terimi, Latinceye cep manasına gelen sinüs olarak tercüme edildi.


Kimya: Cabir Bin Hayyan, kantitatif ve kalitatif prensiplere dayanan bir bilim olarak kimyayı kurdu. Batı, Hayyan"ın kurduğu seviyeye 900 ila bin sene sonra ulaştı. Cabir aynı zamanda bütün insani duyguların matematiksel olarak ölçülebileceğine inanıyor, bunu da ilmü"l mizan olarak adlandırıyordu.


İlk rasathane: Bugünkü anlamıyla ilk uzay gözlemevi Halife Me"mun zamanında (Miladi 9. asırda) Bağdat ve Şam"da birer adet olmak üzere kuruldu.


Ekvatorun uzunluğu: Yine Halife Me"mun zamanında ekvatorun uzunluğu ilk defa bugün de bildiğimiz şekliyle 40 bin kilometre olarak ölçüldü.


İlk dünya haritası:

Halife Me"mun döneminde 70 bilginden oluşan bir heyet Batlamyos"unkinden farkı olmayan enlem ve boylamları, karaları ve denizlere doğru bir dünya haritası çizdi.


Matematik: 950 yılında Ebu Cafer el Hazin adlı matematikçi ve astronom parabol konstrüksiyonu kullanmak suretiyle üçüncü dereceden bir denklemi çözdü. 11. asrın ilk yarısında İbnü"l Heytem bir optik problemini dördüncü dereceden bir denklemle çözdü. Küçük bir yanlışlıkla Latinceye de çevrilen problem Avrupalıları "Problema Alhazeni" adı altında 13. asırdan 19. asra kadar uğraştırdı. Avrupalılar İbnü"l Heytem"in çözümünü ancak 19. yüzyılda kavrayabildi. 11. asrın sonlarında Ömer Hayyam"ın üçüncü dereceden denklemleri sisteme bağlayan kitabının benzeri, Avrupa"da 17. asırda Rene Descartes, Frans Van Schoooten ve Edmund Halley tarafından yazılabildi. Avrupalı matematik tarihçisi Johannes Tropfke, Descartes"lerin yeni bulduklarını zannettikleri konuları Hayyam"ın çok önceden yazdığını, aradan geçen zamanda Avrupalılar"ın boşuna çaba gösterdiğini yazdı.


Astronomi: 9. asırda Güneş'le Dünya'nın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar yörüngedeki ilerlemenin 12.09 saniye olduğunu saptadı. Günümüzde bu değer 11.46 saniye olarak biliniyor. Avrupa"da Jahonn Kepler, 17. yüzyılda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilimadamlarıyla yazışıyordu. Tahran"daki rasathanede 10 asırda tespit edilen Dünya'nın ekseninin sürekli azaldığı bilgisine Avrupalılar ancak 19. asırda gök mekaniği bilimiyle ulaşabildi. İslam astronomi bilginlerinin kitaplarının tercümesinin Kopernik"e ulaştığını bugünkü nesiller bundan henüz yarım asır önce öğrenebildi.


Trigonometri: 15. asırda yaşayan Alman Johannes Regiomontanus"un adını taşıyan trigonometri ilminin kurucusunun, 13. asırda yaşayan Nasirüddin et Tusi olduğunu yine Alman matematik tarihçisi Anton von Braunmühl ortaya çıkardı.


Coğrafya: El Biruni 11. asırda dünyanın enlem ve boylam derecelerini 6 ile 40 dakika arasında değişen küçük yanlışlıklarla hesapladı. Bu küçük yanlışlıklar ancak 20. asırda düzeltilebildi. Engin denizlerde koordinat hesaplama yöntemini Müslümanlar 15. asırda yapabilirken Batı bunu 20. asırda öğrenebildi.


Tıp: 11. asırda Tunuslu bir tacir olarak İtalya"ya giden, sonradan Constantinus Africanus adını alan kişi, Monte Cassino manastırına kapandı. Bu zat Tunus"a gidip 3 yıl sonra İslam bilginlerine ait 25 tıp kitabıyla Salerno"ya dönmüştü. Monte Cassino Manastırına kapandıktan sonra kitapları Latinceye tercüme ettirdi. O kitaplar ya kendi veya eski Yunan otoritelerinin adıyla yayınlandı. İtalya, İslam medeniyeti ve biliminin Avrupa"ya aktarılmasında bir istasyon görevi gördü.


Leonardo"nun resimleri: Meşhur Leonardo da Vinci"nin resimlerini çizdiği aletler ve matematik hesapları, İslam alimlerinin buluşuydu. Da Vinci, bu bilgileri kullanarak devrine göre inanılmaz kabul edilen resimlerini çizebildi. Halbuki Leonardo"nun İslam bilginlerinin buluş ve bilgilerini kullandığı kabul edilse resimlerinin çözülemeyen sırları aydınlanmış olacak.
*
Müslümanlar duraklamasaydı atom 2 yüzyıl önce parçalanırdı
27/1/2006
Alman Goethe Üniversitesi’ndeki bir Türk profesörün Müslüman bilim adamlarının icatlarını tanıttığı müze Batılıları hayrete düşürüyor. Goethe Üniversitesi Arap–İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin, Almanya’da 2 Nisan’da açılan ‘Haçlı Seferleri’ sergisinde bile bu icatları teşhir etmeyi başardı. Sergiyi gezen eyaletin önde gelenleri gördükleri Müslüman icadı aletlere inanamayınca, sergiye 60 icadı gönderen Sezgin’i aradı. Sezgin, eyalet yöneticileri ve din adamlarını 800 eserlik müzeyi gezmeleri için üniversiteye davet etti. Dünyada ilk defa bir Haçlı Sergisi’nde yer alan Müslüman bilim adamlarının icatları Almanya’nın önde gelenlerini Sezgin’in deyimiyle ‘hayrete ve dehşete’ düşürdü. “Bugünkü Batı medeniyeti ve bilimi İslam bilim ve medeniyetinin çocuğudur.” diyen Prof. Dr. Sezgin’e göre, Müslüman bilim adamları duraksamasaydı atom iki yüzyıl önce parçalanabilecekti. Türkiye Bilimler Akademisi’nin davetlisi olarak bugün İstanbul’da konferans verecek olan Prof. Sezgin, ZAMAN’a değerlendirmelerde bulundu. Sezgin, 9 ile 16. yüzyıllar arasında yaşamış Müslüman ilim adamlarının kitaplarından hazırladığı 800 civarında keşfi gösteren aletin, o dönemde İslam dünyasındaki keşiflerin yüzde biri bile olmadığına dikkat çekti. Sezgin, “Modern anlamıyla birçok bilim dalının kuruluşu ve kökeni Müslümanlara dayanıyor. Bugünkü Batı medeniyeti İslam medeniyetinin çocuğudur, devamıdır. Ancak bugün bunu ne Batılılar ne de Müslüman dünyası biliyor.” dedi. Başında bulunduğu Goethe Üniversitesi’ndeki enstitüde yaptıkları araştırmalara dayanan Prof. Fuat Sezgin, metematik, tıp, astronomide olduğu gibi Portekizlilere mal edilen modern denizcilik biliminin de kurucusunun Müslümanlar olduğunu söyledi. Sezgin’e göre 15. yüzyılda Müslümanlar denizde mesafe ölçebiliyordu. Enlem ve boylamlara bölünmüş haritayla okyanustaki yerlerini tayin edebiliyorlardı. Kuzey ile doğu, kuzey ile güney ve ekvatora paralel ölçümleri yapabiliyorlardı. İtalyanlar ve Portekizlilerin denizcilikteki pusula ve harita bilgilerini Müslümanlardan aldıklarının kesin olduğunu söyleyen Sezgin şu bilgileri verdi: “15. asırda Avrupa’da trigonometri hesapları o derece ileri değildi. Ekvatora paralel ölçümleri yapabilmek için ileri bir trigonometri bilgisine ihtiyaç var. Yaptığımız araştırmalar modern deniz biliminin kurucularının o dönemde Afrika kıyılarından gemilerle Çin’e ticaret için giderek bu bilgileri kullanan Müslümanlar olduğunu gösterdi. Bu bugüne kadar bilinmiyordu.” Sezgin, Ummanlı deniz bilimcileri İbn–i Macit ve Süleyman el–Mehri’nin kayıp kitaplarını bulup tercüme ederek bunu keşfettiklerini ve bunun Batı dünyasında da ilgiyle karşılandığını kaydetti. Sezgin, meşhur Müslüman bilim adamı Takiyeddin’in 1555’te yaptığı iki saati yeniden yaptırabilmek için 7 sene uğraşmış. Sezgin, “Arapçadan Almancaya tercüme edip, çizimlerini de kendim yapıp verdiğim bu iki saati yapabilecek profesörü 7 senede bulabildim. Bu zat da evvelce müthiş saatler yaptıktan sonra üniversiteye girmiş Alman bir profesördü.” diye konuştu. ‘Müslümanlar neden geri kaldı?’ Enstitü’deki sergiyi gezenlerin Avrupa’nın bilimde geri olduğu bir dönemde Müslümanların keşiflerini görünce dehşete düştüklerini, irkildiklerini kaydeden Sezgin, herkesin şu sorusuna muhatap olmuş: “Müslümanların bizden çok ileride olduklarına şüphemiz kalmadı. Ama nasıl oluyor da bu kadar ileri insanlar bugün bu kadar geri haldeler?” “Ben de 60 yıldır bu sorunun cevabını arıyorum.” diyen 79 yaşındaki Sezgin bu konuda şunları söylüyor: “Evvela, umumiyetle dinin veya dinin bir müessesesinin gerilemede mesul olduğuna inananlar var. Ben bunu tamamıyla reddediyorum. İslam dini sadece bu ilimleri hiçbir medeniyette tanımadığım bir şekilde geliştirdi ve zirveye çıkardı. Himaye etti. Tabii bu İslam dünyasında mutaassıplar yoktu manasında değil. Ama onlar hiç tesir icra edemediler. İslam dünyasındaki ilim sadece seküler (dünyevî) bir ilimdi. Din, ilimi teşvik ediyordu, asla baltalamıyordu. En büyük alimlerin doğal ilimler sahasındaki kitaplarını okuduğumuz zaman bakıyoruz bismillah ile başlıyor, elhamdülillah ile bitiyor. Modern bir bilim adamı nasıl çalışıyorsa onlar da öyle çalışıyorlardı. Bu şartlar altında Müslüman dünyada ilim büyük bir gelişme gösterdi. 16. yüzyılın sonlarına doğru İslam medeniyeti ve bilimi duraklamaya başladı.” Sezgin, İslam medeniyetinin ve biliminin durakladığı zamanlarda Müslümanlardan öğrendikleriyle Avrupalıların bilimde yeni bir hamle başlattıklarına dikkat çekti. Bir insanın tek başına çok şey yapabileceğini, Müslüman dünyasında da bu ruh ve bu insan tipinin bilim ve medeniyetin gelişmesinde öncü rol oynadığını belirten Sezgin’e göre bu duraklama olmasaydı atom iki asır önce parçalanacaktı: “Ferdiyetçilik, bir insan çok şey yapabilir düşüncesi ve ruhuyla Müslümanlar çok hızlı ilerledi, keşifler yaptı. Eğer Müslüman bilim adamları duraklamasalardı dünya 20. asırda ulaştığı bilimsel seviyeyi iki yüzyıl daha erken yakalardı. Örneğin atomun parçalanması ve nükleer enerjiyle insanlık iki yüzyıl önce tanışırdı.” Prof. Dr. Fuat Sezgin, Avrupa’nın İslam dünyasını yanlış tanıdığını vurgulayarak, “Terör onları korkutuyor. İslam din adamları ve münevverleri de zayıf. Ancak İslam bilim adamlarını tanıyanlar hayrete düşüyor.” diye konuştu.


*

Cabir bin HayyanMiladi 721-803 yılları arasında yaşamıştır.İslam medeniyetinin kimya alanındaki en ünlü ismi ve modern kimyanın kurucusudur. Tam adı Cabir bin Hayyan Abdullah el-Ezdi'dir. Ailesi hakkında çok az bilgi vardır. İslam dünyasında Sufi namıyla şöhret bulmasına mukabil, Avrupa'da Al-Geber ismiyle şöhret olmuştır. Doğum yerinin Kufe mi Tus mu olduğu tartışma konusudur. Kesin olmamakla birlikte babasının Horasan'da bulunduğu sıralarda Tus'ta doğduğu kabul edilir.Cabir bin Hayyan'ın aslen Türk olduğu da ifade edilmiştir. Hayatının önemli bir kısmını Küfe'de geciren Cabir, burada Cafer es-Sadıktan faydalanma imkanı bulmuş, ayrıca şehrin havası kimya araştırmalarına elverişli olduğu için bu şehirde oturmayı tercih etmiştir. Çalışmalarını bir süre de Bağdat'ta sürdüren Cabir bin Hayyan, Abbasi Halifesi Harun Reşid'in sarayında yaşamış ve Harran Üniversitesi baş müderrisliğine (rektör) atanmıştır. Bermekiler'in devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra tekrar Kufe'ye dönmüş ve burada Me'mun dönemine kadar araştırmalarına devam etmiştir.Cabir sahip olduğu bütün bilgileri "hikmetin kaynağı" diye nitelendirdiği İmam Ca'fer es-Sadık'tan aldığını söyler. Ayrıca hocaları arasında uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilen Harbi el-Himyeri'yi anar ve birçok ilmin yanı sıra Himyeri dilini de ondan öğrendiğini açıklar. Hocalarından bir diğeri ise Muaviye'nin torunu Halid b. Yezid'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahiptir. Bunlardan başka lakabı "Üzünü'l-himar el- Mantıkı" olan bir hocasından da söz eder. Kaynaklar onun yönetimin baskısından korktuğu için uzun süre bir yerde ikamet edemediğini ve sürekli seyahat etmek zorunda kaldığını yazar; kendisi de Irak ve Suriye'de bulunduğunu, Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır.Her ne kadar Cabir'in çalışmaları tıp, fizik, astronomi, matematik, felsefe ve dönemin diğer ilim alanlarına yayılmışsa da o birinci derecede bir kimyacı olarak kabul edilir. Onun kimya tarihindeki seçkin yerini ilk tesbit eden ve kimyayı sistemli bir deneysel bilim haline getirdiğini ilk gören E. J. Holmyard'dır. Bu araştırmacı, ilimler tarihinde Cabir'in yalnız kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilgini sıfatlarıyla da özel bir ye sahip olduğu görüşündedir. E. O. Lippmann ise Cabir'in kimya tarihindeki yerinin Boyle, Priestley ve Lavoisier gibi modern kimyanın kurucuları ile denk olduğunu söylemektedir. Fransız şarkiyat alimi Catdonne (1720-1783) onu dünyanın 12 büyük dahisinden biri olarak tanımlıyor.Gerçekten de Cabir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini tam olarak kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamıştır. Onun, "Bu kitapta duyduklarımızı bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik" şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi göstermektedir. Bu sebeple bütün Ortaçağ kimyacıları büyük ölçüde Cabir in tesirinde kalmışlar, Ebu Bekir Razi ve İbn-i Sina gibi filozof ve bilginler onu üstat olarak tanımış, Bacon ondan "üstatların üstadı" diye söz etmiştir.Cabir'in tabiat felsefesi, geleneksel küçük alem (insan) - büyük alem (kainat) anlayışına ve semavi güçlerin yeryüzündeki hadiselere tesiri fikrine dayanır. Ayrıca kainatın nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de kainattaki temel faktörün sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu teorinin onun biat felsefesindeki bir yansımasıdır.Kainatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Cabir'in eserlerinde de özel bir yeri vardır. Madenleri yalnızca oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınmış olması Cabir’in kimya çalışmalarının hareket noktasını teşkil eder. Cabir bin Hayyan bir çok talebe yetiştirmiş ve yapmış olduğu ilmi tecrübeleri en ince ayrıntısına kadar izah etmiştir. Ulaştığı sonuçları hassasiyet ve dikkatle yorumlayan Cabir, bazı mühim kimyasalların terkibini tespit edip açıklamıştır. Deneylerde kullanılan aletlerin imalini ve kullanılışlarını izah etmek ve Kimya ilminde kullanılan hassas ölçüm aletlerini yapımınıda zikretmeliyiz.-Kristalleşme, damıtma, kalsinasyon, sublimasyon gibi kimyevi teknikleri kimya ilmine kazandırdı. -Sülfürik ve nitrik asitler gibi birçok asitler ile sodyum karbonat ve potasyumu buldu. -Zehir ve zehirli maddelerin yapılarını inceledi. Bu konuda Kitab-üs-Sümum adlı eseri yazdı. -Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nasıl boyanacağını ve nasıl dabağlanacağını ortaya koydu. -Ateşte yanmayan kağıt imalini gerçekleştirdi. -Damıtma işlemini sistematik ve kolay bir hale getiren İmbik onun buluşudur.-Çeşitli metallerin kullanılır hale getirilmesi, çeliğin geliştirilmesi, su geçirmez kumaşların verniklenmesi, cam imalinde mangan dört oksidin kullanılması, paslanmanın önlenmesi altın yaldızlı süsleme, boyaların ve yağların tespiti gibi alanlarda bir çok buluş yaptı. -Cisimleri hassalarına göre üç sınıfa ayırarak daha sonraki sınıflandırmalara rehberlik etti. -Birçok kimyevi maddeyi tespit ederek günümüzde de kullanılan Arapça isimler verdi. Cabir bin Hayyan maddeleri üçe ayırdı: 1. Ateş ve ya sıcaklıkla hemen buharlaşabilen maddeler. 2. Çekiçle dövülebilen parlaklık arz eden ses çıkaran cisimler (Metaller). 3. Ne çekiçle dövülebilen ne de toz haline dönüştürülebilen cisimler. Bu tasnif ile Cabir bin Hayyan, daha sonradan metaller, metal olmayanlar ve uçucu maddeler gibi bir sınıflandırmanın yolunu açmıştır. Birinci gruba giren maddeleri sülfür, arsenik, civa, amonyak, kafur olmak üzere beşe ayırdı. Metalik cisimleri kendi arasında kalay, kurşun, demir, bakır, gümüş, altın olmak üzere altıya ayırdı.Cabir bin Hayyan kimyanın geniş uygulama alanı olan arıtma konusunda ilk misalleri ortaya koydu. Arıtma yollarından oksitleme , süblinasyon, damıtma, çökeltme, ergitme ve kristalleştirmeyle ilgili işlemleri uygulamalarıyla açıkladı. Kükürt ile civa’nın karıştırılması sonucu kırmızı bir taşın (zencefre) meydana geldiğini açıkladı. Cabi sirkeden asetik asit elde etme yollarını da açıklamıştır. Nitrik asit, maizerin, vitriol yağı, gümüş nitrat bileşiklerini ilk olarak keşfettiği söylenir. Madenlerin o zamana kadar bilinen basit eritilme metotları yerine, bizzat ürettiği nitrik asit, sülfirik asit ve altın eritme suyunun yardımıyla eritme metotlarını geliştirdi. Bu sayede Cabir ve ondan sonra gelen bilim adamları sayısız terkipleri (sentez), bu arada civa oksit, zincifre, arsenik, amonyak, gümüş nitrat, şap, göztaşı, kireçli potas, südkostik mahsulü, yakıcı potasyum ile çok değerli maddeleri elde edip üretebildiler. Cabir bin Hayyan eserlerinde kimyaya ait ilk sembolleri de ilk defa kullanmıştır. Max Meyerhof (1884-1951) Cabir Bin Hayyan'ın kimya ilmine, buharlaştırma (evaporation), süzme (filtmtion), tasviye etme (sublimation), eritme (melting), damıtma (distallation) ve billurlaştırma (cristallization) metotlarını keşfederek uygulamaya soktuğunu bildiriyor. Ayrıca bir çok kimyevi cevherin, mesela zincifre (cinnabarci ve süfidi) arsenik oksidi (arsenious oxide) ve başka birçok terkibin nasıl hazırlanacağını açıkladığını ifade ediyor.Saf kibrit tuzları (vitriol), sap, alkali, nişaclır tuzu (salammo-niac, amonyum klorhidrat) ve güherçilenin (saltpedre) elde edilmesi, kükürt ve alkaliyi ısıtarak kükürt sütü yapması kurşun asetat, tamamen saf civa oksit ve süblime etmesi, ham sülfrik ve nitrik asitler ve bunların karışımının hazırlanması, tuz ruhu ve kezzap suyunu karıstırarak altın eritmede kullanılacak ''aguaregia" denilen özel mayi yapması, onun çalışmalarından bazı örneklerdir. Bunlardan 21. yüzyıl dünyasında kullanılan bir çok temel ihtiyaç maddelerin oluşumunda istifade edilmektedir.Kimyasal reaksiyonlarda, çeşitli maddelerden belirli miktarlarda bulunduğunu vurgulamıştır ve bu yüzden sabit oranlar kanununun yolunu açmıştır. Cabir ayrıca, kimyanın iki temel prensibini bilimsel şekilde ortaya koyarak, kolsinasyon ve redüksiyon prensiplerini dile getirmiştir.Başta Cabir bin Hayyan ve diğer İslam kimyacılarının eserlerinden alınmış ve kimyanın temel terimlerinden olan; alcool, Alembic, alkali (al-kali), antimoni, alidol, reagler, tutti gibi Arapça terimler, Latince yazım şekilleri ile kimyaya kazandırılmıştır. Kimya adı, Müslüman bilim adamları tarafından incelenmiş ve geliştirilmiş olan, Arapça el-Kimya kelimesinden türetilmiştir.Bugünün kimyasına "Modern Kimya" adı verilmektedir. Kimyanın tarihi gelişimini konu eden eserler, modern kimya’yı Fransız kimyacı Lavolsier (1743-1794) ile başlatır. Gerçekte, Cabir bin Hayyan tarafından ortaya konan eserleri değerlendirdiğimizde, günümüzde kimya laboratuarı tanımına uygun ilk laboratuarın, Kufe'de faaliyet halinde olduğunu görmekteyiz. Bu durumda, günümüzde modern kimyanın ilk önderi olarak gösterilen Fransız Lavoisier'dan yıllarca önce modern kimyanın ilk örnekleri, Harran'da ve Kufe'de ortaya konmuş olmaktadır.Son yüzyılın araştırmaları şu gerçeği ortaya koymuştur. Modern kimyanın ilk önderleri Cabir bin Hayyan, Beyruni ve İbn-i Sina'dır. Lavoisier'in 1774 yılında yazdığı Kimya Bilimine Giriş (Troite Elementaire de Chimee) adlı eserinde; ne yeni bir kimyasal madde/bileşik adı ve ne de kimyaya ait yeni bir kavram ifade eden bilgiler vardır. Lavoisier'in bu eserinde yaptığı, kendisinden önce var olan kimya bilgilerini sistematize edip açıklamıştır. Bu arada, kimyasal madde ve bileşiklerin yeni sembolleri vardır. Cabir'in en önemli bulgularından birisi, zamanında bir mekan gibi lineer bir çizgisi olduğunu bulmasıydı. Cabir'in bulgusunu bu yüzyılın başında Minkowski ele aldı. Lorenz değiştirgeç formülüyle birleştirdi ve Einstein teorisine girdi. Böylece zamanın ayrı bir şey değil, mekan gibi boyutları olduğu anlaşıldı.Cabir bin Hayyan , maddelerin atomik yapısını gösteren tespitler yaparak, reaksiyonlarda belirli kütlelerin belirli kütlelerle reaksiyona girdiğini söyledi. Atom hakkında ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: "Maddenin en küçük parçası olan 'el-cüz'ü la yetecezza' da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom parçalanabilir. Parçalanınca da öyle büyük bir güç oluşur ki bir anda Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu , Allahü tealanın kudret nişanıdır."Bu keşfi, John Dalton (1766-1844) Otto Hahn (1779-1868), Enrico Fermi (1901-1954) ve Albert Einstein (1879-1955) gibi meşhur Avrupalı bilginlerden tam 1000 yıl önce yapması bu büyük bilgininin nasıl bir dahi olduğunu ortaya koyuyor.George Sarton onu "orta çağların ilimler ansiklopedisi" olarak değerlendirmekte, şöhret ve tesirlerinin 17. asra kadar devam etmiş olduğunu belirtmektedir. Gerçekten 17. asra gelinceye kadar kimya ilimleri alanında onun seviyesine kimse çıkamamış, kimse onu gölge de bırakamamıştır. Doğu ve batı ilim dünyasında ona denk ve onu aşan bir kimyacı yetişmemiştir.Kimya tarihçisi Leclerc; "Histoire de la Medicine Arabe" adlı eserinde Cabir bin Hayyan'ı orta çağların tartışılmaz en büyük alimi, ilmi otoritesi ve derinliği ile benzeri olmayan bir üstat, metodu ile yol gösterici olması bakımından büyük bir ilim teşvikçisi ve nihayet modern kimyanın kurucusu ve tamamlayıcısı olarak değerlindirmektedir.İslam aleminde Ebu Bekr Razi, İbn-i Sina, Mesleme el-Macriti, Farabi ve daha birçok bilgin onun eserlerinin gölgesinde yetişmiştir. Batılı ve Doğulu birçok bilgin Cabir'in eserlerinden istifade etmiştir. Batılı bilginlerden Galileo, Francis Bacon, Newton ve başka birçokları ondan faydalandılar. 17. ve 18. asırda, batı ilim çevrelerinde meydana gelen birçok ilmi buluşların teşekkülünde, onun eserlerinin büyük tesiri vardır. Özellikle bugün kimya ilminde mevcut olan birçok orijinal keşif ve metotlar, hemen hemen bütünüyle ona ait veya onun fikirlerinden kaynaklanmıştır.Ünlü Fransız bilim tarihçisi M. Berthelot, Orta Çağlarda Kimya Tarihi adlı eserinde şöyle demektedir "Aristo'nun mantık ilmindeki yeri neyse, Cabir bin Hayyan'ın kimya ilmindeki yeri de odur. Aristo, mantığın kurucu ve üstadı olarak kabul edildiği gibi, Cabir bin Hayyan da kimyanın kurucusu ve üstadıdır".Modern araştırmacılar tüme varım metodunu kullandığını ifade ettikleri Cabir bin Hayyan’ın, çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazması durumunda, modern sonuçlara ulaşacağını ifade ediyorlar. Tüme varım ile, maddenin en küçük parçasından araştırmaya başlayarak istediğine ulaşan Cabir, bununla beraber dış gözlemlerinde tümden gelim metodundan da yararlandı. Yani maddenin tabi halinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Francis Bacon, bu metudu onun eserlerinden öğrenmiş, Decart ise onu taklit etmiştir. O deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kati ve değişmez olduğunu iddia etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zanni ve ihtimali olduğunu belirtti. Onun metodunun esasını "mazbut müşahede ve sağlam tecrübe" teşkil etmektedir. O bu metodu ile hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış gerçek anlamında ilmi çalışmalar ortaya koyarak çığır açmıştır. Yazdığı eserler, asırlarca İslam medreselerinde okutulunca, Endülüs Müslümanları yoluyla Avrupa'ya geçti. İslam dünyasında ve Avrupa'da kimya ilminde Cabir çağının sonu bir türlü gelmedi. Öyle ki Avrupa'da bazı kimyagerler kabul görmesi için eserlerini ona mal ederek kendi eserlerine onun ismini yazdılar.Cabir bin Hayyan'ın eserlerinin büyük bir kısmı kayboldu. Bunlardan 27 tanesi Latince ve Almanca olarak Nürnberg , Frankfurt ve Strazburg'ta 1473-1710 yılları arasında basılmıştır. Usturlap hakkında yazdığı eseri gören alimler, eserin bin bölümden meydana geldiğini ve akılları durduracak üstünlükte olduğunu kaydetmişlerdir.Kitab'ül-Kimya ve Kitab'ül-Sab'een dahil olmak üzere, kimya üzerine kitapları Latince'ye ve çeşitli Avrupa dillerine tercüme edilmiştir. Bu tercümeler Avrupa'da yüzyıllarca popüler kalmış ve modern kimyanın oluşumunu etkilemiştir. Cabir tarafından, alkali gibi, bugün çeşitli Avrupa dillerinde bulunan ve bilimsel kelime dağarcığının bir parçası olmuş birkaç teknik terim bulunmuştur. Birçok diğer eseri Arapça olarak korunup halen yayımlanmamışken, kitaplarının sadece bir kaçı yayına hazırlanmış ve yayınlanmıştır.Cabir'e ait eserleri incelemiş olan Alman müsteşrik Paul Kraus, şu bilgileri verir: "Cabir’in kimyası, eski kimyadan (el-simya) bize kalan bilgilerden tamamen farklıdır. Ayrıca felsefi bir nazariyeye müstenit tecrübi bir bilimdir."Cabir'in külliyatına ait birçok eser, Doğu bilim dünyasına ait eserlerle zengin; Berlin, Paris ve Leyden kütüphanelerinde mevcuttur. Paul Kraus'un belirttiğine göre bu eserlerin pekçoğu 12. yüzyıl başlarından itibaren Latinceye tercüme edilmiştir.Müsteşrik Philip K. Hitti de : "Batı'da yazar olarak Cabir'in adını taşıyan 22 eser adının bilindiğini, bu eserlerin de muhtelif tarihlerde Avrupa'da yayınlandığını" kaydeder...

Hiç yorum yok: