2 Eylül 2008 Salı

Matrix ve Felsefe


Sevgili Fikir Yongalamacıları,

28 haziran cumartesi günü 14.30’da yaz öncesi son kez toplanacağız.

Yaz sonrası programının ve yeni gelişmelerin de ele alınacağı toplantının konusu Günümüzde Matrix. William Irwin’in Matrix ve Felsefe adlı kitabı merkez alınacak.

Matrix ve Felsefe
Orjinal isim: The Matrix And Philosophy
William Irwin
Güncel Yayıncılık / Açık Felsefe Dizisi
Çeviri : Murat Sağlam

Sizin de kafanız Keanu Revees gibi Matrix'ten sonra karıştıysa bu kitap kesinlikle sizin için yazılmış. Eğer film kafanızı karıştırmadıysa, hemen bir doktora görünün. Matrix'i henüz seyretmediyseniz, o zaman bu kitabı mutlaka okumalısınız. Böylece bu filmin insanlar için neden o kadar önemli olduğunu bulursunuz.Seçim sizin, hayatınızın sonuna kadar onun sonuçlarıyla yaşayacaksınız. Mavi hapı seçip bu kitabı tekrar rafa koyarak kendinize Matrix sadece bir film mi diyeceksiniz? Yoksa, kırmızı hapı seçip bu kitabı okuyararak, beyaz tavşanın peşinden mi gideceksiniz?"Matrix ve Felsefe, filmdeki felsefi temaların neler olduğunu belirleyişi ve ele alışıyla, felsefi zenginlik açısından filmden daha üstün. Sizce akılcılar, deneyciler, gerçekçiler, gerçeküstücüler, maddeciler, bütüncüler, varoluşçular ve yapıbozumcuları Matrix hakkında ne düşünür? İşte bu sorunun cevabı Matrix ve Felsefe kitabında."-Lou Marinoff, Felsefeci-yazar-William Irwin, Pennsiylvania King's Üniversitesi'nde Profesördür. Birçok felsefi esere editör olarak imza atmıştır. Hermeutik, Sartre, Platon, hukuk felsefesi ve felsefi pedagoji hakkında sayısız makalesi vardır.(Arka Kapak)
312 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 21 cm ISBN : 9789758621347
*

ODA Sanat ve Edebiyat vakfının kurduğu Amsterdam Filokafe(Felsefe Kulübü)namı diğer, Amsterdam Fikir Yongalama Kulübümüz 5 Kasım 2008 tarihinde 2. yılını kutlamaya hazırlanıyor malum. Toplantılarımıza sürekli olarak katılan üyelerimiz John Gray’in Matrix’te İnanç adlı ilginç makalesini hatırlayacaklar. O makaleden seçilen önemli noktalara da yeniden bir göz atmakta yarar var.

*
Geloof in de Matrix. Sayfa 54 – 61
Matrix’(t)e inanç.

Ana noktalar

1-Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.” Matrix sonuçta insanların bir koza içinde yaşadığı, hayalinde işe gittiğini, sokaklarda yürüdüğünü, aşık olduğunu, savaştığını düşündüğü sanal bir dünya. Bunu yapanlar da bilgisayarlar. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.

2- İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, matrix programının
hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı.

3-Matrix üzerine çeşitli yorumlar vardır. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorgulamaktalar, din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

4-Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

5-Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman.

6-Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

7- Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(düşomat/hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü. Phantomat bize sufistlerin daima aradıkları
şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak.

8-Cypher davranışı/vakası. Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı. Şu anda Batı dünyasında kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır.

Cahillik bir nimettir.

Bilinç ve bellek sorunu.

9- Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

10- Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Koza içinde yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Serbest iradenin metafizik yorumunun yeri neresidir?

11-Gerçekliğin problemlerimizin aslında çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

12-Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

*
Ünlü kültür eleştirmeni Slavoj Jijek ne diyor? ‘Matrix filmi felsefecilerin mürekkep lekesi testidir. Felsefeciler orada kendi gözde felsefelerini görüyorlar.’ Toplantımızda Jijek’in görüşleri de yonga malzememiz olacak.

*
Benim de bu konu ile çeşitli yerlerde yayımlanmış bir denemem var. Üç başlığı var. Burada Kahverengi Hap ve Cypher Hapı
yerine sonuncusunu kullanmayı yeğledim.

İhanet Hapı

Hapı yutma diye argo bir deyim vardır. Olumsuz anlamda kullanılır. İnsan hastalanınca iyileşmek için hapı yutmaz mı? O halde hapı yuttuk denince neden bir şeylerin ters gittiğini düşünürüz? Bizi hap yutacak hale getirecek bir rahatsızlıktır sözü edilen mecaz olarak. Ya da yıllar öncesinden ünlü Matrix filmindeki kırmızı ve mavi haplara bilinci örtülü bir göndermedir. Olur ya!

Matrix filmini hepiniz görmüşsünüzdür. Wachowski kardeşlerin 1999’da yeni milenyum öncesi dünyayı sarstıkları film. Konusu filmi görmeyenlerin kulağına bile çalınmıştır bir yerlerde. Tek bir film yeterdi, ama para hırsıyla üç ayrı film yapıldı. Diğer iki bölüm ilkinin tadını veremedi. Çünkü bütün felsefe cephanesi birinci filmde patlatılmış ve tüketilmişti.

Matrix üzerine çeşitli yorumlar yapıldı. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorguladılar. Din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

Filmin konusu özetle şöyledir: Bilgisayar hackerı Thomas Anderson dünyada sıradan bir yaşam sürmekte ve 1999 yılında yaşadığını sanmaktadır. Gizemli Morpheus’la tanışınca gerçeğin farklı olduğunu fikrine toslar. Aslında 200 yıl ötededirler ve akıllı makineler dünyada kontrolu ele geçirmişlerdir. Bilgisayarlar 20. yüzyılın sahte bir kopyasını oluşturmuşlardır. Aslında insanlar küçük hücrelerde hapistirler. Bütün bu sahte hayat ve makineler varlıklarını onların ürettiği biyo enerji vasıtasıyla sürdürülebilmektedir. Anderson, Neo yani Yeni lakabıyla makinelerin ürettiği insan kılıklı ajan Smithlerle mücadele etmeye başlar. Dünyayı yeniden insanların idaresine kavuşturmaktır amacı.

Bu mega bütçeyle üç bölüm halinde gösterilen film çok ilgi gördü. İnsanlar Matrix’in ana öyküsünde ve Anderson’un mücadelesinde neyi ilginç bulmuşlardı? Film tekniği gerçekten harikaydı. Bu tek başına yetmezdi. Bu öyküde bizi çeken neydi? Kırk yıl kadar geriye gidelim.


Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(benim serbest çevirimle düşomat ya da hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü.


İnsan böyle bir şeyi arzu eder mi? İster. Tanrım beni baştan yarat arzusunun şarkılara, romanlara ve operalara konu olmuş çok güçlü ve yaygın bir duygu olduğu unutulmasın.

Düş otomatı bize sufistlerin daima aradıkları şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak. Uyusam uyanmasam derler sıkıntıda olan kimseler. Bunla ölüp gitmekten çok rüyalara dalıp, hayalmatiğe kapılıp eskisinden çok daha olumlu bir gerçekliğe, daha keyifli, katlanılır bir hayata ulaşma özlemini kastederler.

Matrix filminde Anderson böyle bir imkânı kırmızı ve mavi haplar yardımıyla elde edecektir. Uyku tanrısı Morpheus kendisine hapları uzatır. Maviyi alırsa eski mutlu sorunsuz, ama sanal olan hayatına dönecektir. Kırmızı hapı yutarsa gerçekliği adım adım tanıyacak ve insanların yeniden normal hayata kavuşmaları için mücadele edecektir. Tabii ki kırmızı hapı seçer.

Neo bir seçilmiştir. Bir tür Mesihtir. Kurtarıcıdır. Yani nafile bir karakterdir. Mesih beklentisi insan aklının ve sezgilerinin iflasından başka bir şey değildir. Dünyada iyi olarak yapılan her şey sabrın ve kolektif çalışmanın sonucudur. En üstün vasıflı liderler, dahi dediğimiz bilim adamları ve sanatçılar, çevrelerinde onlara hazırlanmış bir ortamın çocuklarıdır. Dağ başından düzlüğe inmiş mitolojik yarı tanrılar değillerdir.

Matrix yapılmadan önce de bu konuları işleyen bazı filmler vardı.
Matrix’in yapılabilmesinde etkin olmuşlardır. Bunlardan biri Matrix’ten sadece bir yıl önce gösterime giren The Dark City’dir. Karanlık Şehir adlı öykü Matrix’i izleyicilere hazırlayan en önemli filmdir desek sanırım abartma olmaz. Öyküsü kısaca şöyledir: Filmin kahramanı John Murdock vahşice işlenmiş cinayetlerin katili olarak aranmaktadır, ama hafızasını kaybettiği için hiçbir şey hatırlamamaktadır. Kim olduğunu öğrenmek ve hafızasını yeniden kazanmak için verdiği uğraşlar sonucunda, insanın düşünce yapısının ne olduğunu inceleyip beynine hákim olmak üzere gizli deneyler yürüten yaratıklarla karşılaşır. Bütün şehir, yaşamı sandığı her şey bir simülasyondan ibarettir.

Bir diğer film de 13 kat, The Thirteenth Floor’dur. Matrix’le neredeyse aynı zamanda (1999) gösterime girdi. İki bin küsurlu yıllardaki bir bilişim uzmanı 1930’larda geçen bir simülasyon yaratır. Zaman zaman oraya yolculuk yaparak gönül eğler. Yarattığı sanal gerçeklik öyle güçlüdür ki, can verdiği sanal kahramanlar da zekaları sayesinde simülasyonlar yaratırlar.

Simülasyonlar niçin büyük bir titizlilikle planlanır? Bu mükemmellik arzusu neyi amaçlamaktadır. Kusursuz bir dünya mümkün müdür?

Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.”

İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, Matrix programının hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.

Şimdi zamanımıza hepimizin ittifakla kırmızı hap kürü yaptığını düşündüğü anlara bir bakalım. İngiliz felesefecisi John Gray Matrix filminin çağrıştırdığı durumlar üzerine çok güzel bir deneme yazmıştır. Zamanımızı çok iyi gören bu denemeden önemli bulduğum birkaç önermeye bir göz atalım.

Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman ya da MP3.

Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Kozada yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Aslında gerçekliğin, problemlerimizin çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

Matrix filminde Morpheus’un hovercraftındaki asilerden birinin adı Cypher’dır. Zamanla insan ve makine arasıhdaki bitmez tükenmez savaştan yorulmuştur. Bu gerçeği hiç bilmediği, kozasında mutlu hayatını sürdürdüğü anları özlemektedir. Sonunda aşırı yorulur ve ajan Smith’le bir anlaşma yapar. Neo’nun yerini ele verecek, bunun karşılığında sorunsuz eski durumuna, mavi hap yuttuğu zamanlara dönebilecektir. Arkadaşlarına ihanet eder. Çok kayıplar verdirir ve kendi de telef olur gider.

Cypher filimde İsa’yı eleveren Yahuda gibi canlandırılır. Bu Neo’ya kutsal bir aura kazandırmak için düşünülmüş kasıtlı bir yanıltmadır. Bence esas ihanet uydurma bir mesih olan Neo’yu elevermek değildir.

Az önce sözünü ettiğim yazar Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı.
Bu korkuyu simgeleyen Cypher ihaneti karşılığında sadece eski konumuna dönmeyi isterken, bildiği gerçekliği de tümden unutmak ister.

Bu mümkün müdür?

Şu anda dünyanın her yerinde kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır. Bunlar sanıldığı gibi tümden mavi hap yutanlar değildirler.

Zamanımızda mavi hap konumunda kalmak iyice zorlaşmıştır. Kitle iletişim araçları bizi yamulmuş, anlamı dönmüş de olsa gerçeklikle bombalarlar. Bu nedenle kursaklarımızdan geçen artık kahverengi bir haptır. Yaşanan illüzyonun gerçek olmadığını, sonsuza kadar devam etmeyeceğini biliriz, ama mış gibi yaparız. Bir sabah mış gibi gerçekliğine uyanacağımızı hayal eder dururuz. Cypherlık yaparak gerçekliği görmezden gelmeye çabalarız. Markalı giysiler, yeni arabalar, hızlı bir bilgisayarla kaçış yolunda tutunmaya çabalarız.

Sonra bir an gelir, illüzyon çöker ve kaba gerçeklik acımasızca üzerimize abanır.

Başta çevre felaketleri olmak üzere bir çok acil sorun bize renk renk haplar sunmak üzere sırasını beklemektedir.

Kısacası: Neo’lar ve kırmızı haplar mevcut değil. Mavi hap uyuşturucu ve boş bir umut. Mesihin geleceği falan da yok. Önemli olan bütün haplardan uzak durarak külyutmazlık formatı edinebilmektir.
Sadık Yemni- 2007

-----------------------------------------------

*
Yaz sonrası programımız G. Monbiot, S. Jijek, David Graeber, Andrej Grubacic vb. gibi yazar ve düşünürler, Panopticon, Psikolojik savaş, GDO felaketi, Çevre sorunları, yakın geleceğe komplo teorileri gözlüğüyle bakmak vb. gibi konularla devam edecek.

*
SineODA çalışmalarımız eylül ortasından itibaren haftada birlik periyotlarla film gösterimine başlayacak. Aylık programlar önceden kulübümüzün üyelerine yollanacaktır. Birlikte şu ana kadar yapılmış en iyi filmleri izleyecek ve bitiminde (bazen yemekli olarak) üzerine tartışacağız.

*
Geçen altı ayda işlenen konuların bazılarına görsel bir bakış:

*
Yazı Atölyesi çalışmalarımızın hazırlıkları tamam. Çok yakında sürekli işlik şeklinde çalışmaya başlayacağız.

*
Oda Edebiyat ve Fikir Yonga dergimizin 8. sayısı şu anda sanal uzayda salınmakta. 9. sayı 1 ağustosta dalından düşecek. Dergimizin genç yazarları Türkiye’deki basılı ve dijital dergilerde boy göstermeye başladılar. Yakın gelecekte kitap kapaklarının üstünde de adlarını göreceğimizi umuyorum.

www.odasanat.org

*
Başka gelişmeler de var, ama şimdilik sürpriz kalsın.

Hepinize şimdiden hoş senaryolu, kazasız belasız, sıhhatlı, bol dinlenmeli, az stresli bir yaz tatili diliyorum.

Selamlar ve sevgiler

Hayal Tozu Gölgecisi


---------------------------------

Hiç yorum yok: