11 Aralık 2008 Perşembe

Yeni bir Marx mümkün mü?


Yeni bir Marx mümkün mü?


LUCIEN SEVE

Türkçesi: Pınar Mansur


Le Monde diplomatique Türkiye ilk Türkçe sayısında Marx'ı kapak yapıyor. Avrupalı sosyalist partilerin hor gördüğü ve üniversitelerin tedavülden kaldırdığı Marx şimdi yeniden ilgi görüyor.



(LMD Türkiye Ocak 2009 No. 1 Marx Geri Dönüyor yazısından bir bölüm)


Günümüzdeki krizin boyutları nereden kaynaklanıyor? Bu konuda yazılanların büyük bir kısmı sofistike finansal araçlardaki belirsizlik, para piyasalarının kendilerini düzenlemedeki güçsüzlükleri, zenginlerin fazla ahlaklı olmaması gibi nedenler öne sürüyor. Kısacası, “reel ekonomi” ile karşılaştırılarak “sanal ekonomi” adı verilen yürürlükteki tek sistemin zayıflıkları – önceleri sanal’ın da reel olduğunu iddiasını desteklemek için ölçümler yapılmıyormuş gibi – neden olarak gösteriliyor. Hatırlayalım, ilk risk sermayesi kredileri krizi milyonlarca Amerikalı ailenin mülk sahibi olmak için borçlanmaları sonucunda giderek yoksullaşmalarından doğmuştu. Her şeyden önce “sanal”ın dramının köklerinin “reel”de olduğunu kabul etmek gerekir. “Reel” ise dünya halklarının satın alma güçlerinin toplamından oluşmaktadır. Finansın şişirilmesinden oluşmuş spekülasyon balonu patlayınca, sermaye, çalışarak yaratılmış zenginliği küresel çapta gasp etti. Ücretlere on puandan fazla korkunç bir düşüş olarak yansıyan bu dengesizlik, çalışanların çeyrek asırdır kemer sıkarak edindikleri birikimlerinin neo-liberal dogmalar uğruna ciddi bir oranda erimesine neden oldu. Finansal düzenlemelerin yetersizliği, idari sorumluluk eksikliği ve borsa ahlakından yoksunluk tabii ki krizin nedenlerindendir, fakat tabuları zorlayabilirsek daha derine inebiliriz. Kıskançlıkla korunan, kendi içinde şüphe götürmez bir sistem dogmasını sorgulayabilir, Marx’ın “kapitalist birikimin genel kanunu” olarak adlandırdığı genel nedenler üzerine düşünebiliriz. Marx, üretimin sosyal şartları kapitalist sınıfın özel mülkiyetinde olduğu zaman “üretimi geliştirmeyi amaçlayan tüm araçların üreticinin üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürme araçlarına dönüştüklerini” iddia etmişti.
Mülkiyet sahiplerinin zenginliği gasp etmesi, kendisiyle beslenen ve giderek çığırından çıkan bir sermaye birikimi döngüsü sonucunu doğurdu. “Bir kutupta zenginliğin birikimi” karşı kutupta “oransal bir sefaletin birikimi”ne neden oldu. Şiddetli ticari krizler ve banka krizleri bu karşıtlıktan doğdu.(4) Bugün yaşadıklarımız da bunun bir örneğidir. Kriz kredi piyasalarından doğmuş olabilir, ama yıkıcı gücünü üretim üzerine etkisinden almaktadır. İşgücü ve sermaye arasında katma değerin eşitsiz paylaşımı devam etmiş, tatlısu sendikalizmi bu büyük kargaşayı engelleyememiş ve Marx’a ölü muamelesi yapan sosyal demokrat sol bütün bunlara seyirci kalmıştır. Bütün bunlar göz önüne alındığında, daha dün liberalizmin geçerliliğine yönelik en ufak bir şüpheyi kınamayla karşılayan siyasetçilerin, yöneticilerin ve ideologların kriz için önerdikleri sermayenin “ahlaklılaştırılması”, finansın “düzenlenmesi” gibi çözümlerin ne denli değer taşıdıkları tahmin edilebilir.
Sermayenin “ahlaklılaştırılması” kara mizah ödülünü hak eden bir slogandır. Eğer kerameti kendinden menkul tüm liberal rejimleri ortadan kaldıracak önlemler sıralansaydı ahlak gerçekten ilk sırayı alırdı. Ahlaksız bir verimlilik anlayışı ile “kötü para iyi parayı kovar” düsturu da peşinden sıralanırdı. “Etik” çekince sadece reklam amaçlıdır. Marx, Kapital’in önsözünde tam da bu sorunun analizine girmektedir. Kârın tek kriter olduğu bir sistemi “yeniden kurmak” için sağa sola birkaç tokat atmanın kesinlikle yetmeyeceğini Marx “Kapitalist ve arazi sahibi karakterlerini toz pembe çizmiyorum.” ama “Benim bakış açıma göre toplumun gelişimi kadar ekonomik yapılanma da doğal tarihin bir sürecidir ve birey toplumsal bir sonucu olduğu ilişkilerden sorumlu tutulamaz.” sözleriyle belirtmişti.
Ahlaki konulara duyarsız kalmak gerektiği için değil, tam tersine, ciddiye alındığı taktirde bu problem serseri patronların suç işlemelerinden, uçuk tüccarların tutarsızlıklarından ya da altın paraşütlerin uygunsuzluğundan çok daha farklı bir düzeydedir. Bu bağlamda, kapitalizmin savunulamazlığı tekil insan davranışlarının çok üzerinde bir nedene, kendi prensiplerine dayanır. Zenginlikleri yaratan insan etkinliği mal statüsündedir ve dolayısıyla kendi içinde bir amaç olarak değil sadece bir araç olarak değerlendirilir. Sistemin ahlakdışılığının daimi kaynağını burada görmek için Kant’ı okumuş olmak gerekmez.

Hiç yorum yok: