Amsterdam Fikir Yonga Kulübü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Amsterdam Fikir Yonga Kulübü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2008 Perşembe

Neo-Liberalist Küreselleşmenin sonu ve Bumerang pabuçları













Neo-Liberal Küreselleşmenin sonu ve Bumerang pabuçları.

Iraklı gazeteci Muntasar El Zeydi'nin ABD Cumhurbaşkanı W. Bush’a ayakkabı fırlatması bir devrin sona ermesinin mizah yüklü bir simgesi.
Immanuel Wallerstein aşağıdakı yazısında Neo-Liberal Küreselleşmenin muhtemel sonundan söz etmekte.

NOT:

1 - Ayakkabılarıma uzun don lastikleri takarak bumeranglı ayakkabılar imal ettim.

2 - Hepinizin yeni yılını Neo-L. Küreselleşmesiz olarak kutluyorum.






Immanuel Wallerstein
2008: Neo-liberal Küreselleşmenin Sonu
1 Şubat 2008
Çeviren: Açalya Temel

Neo-liberal küreselleşme ideolojisi 1980’lerin başından beri yükselişteydi. Aksi iddia edilse de, bu ideoloji modern dünya-sistemin tarihinde aslında yeni bir düşünce değildir. Dünyadaki hükümetlerin, dünya pazarında başarılı olma çabasındaki büyük, etkin işletmelerin yolundan çekilmesi gerektiği düşüncesi kadar eskidir. Bunun ilk politik sonucu, bu işletmelerin mal ve sermayeleri ile tüm sınırları serbestçe aşmalarına tüm hükümetlerin izin vermesi gerekliliğiydi. İkincisi, tüm hükümetlerin, üretken işletmelerin mülk sahibi olma rolünden sıyrılması ve ellerinde ne varsa özelleştirmesiydi. Üçüncüsü ise, yine tüm hükümetlerin toplumsal refaha yönelik transfer harcamalarını tamamen kaldırmasa da en aza indirmesiydi. Bu eski düşünce her zaman dönemsel olarak moda olagelmiştir.



1980’lerde bu düşünceler, tüm dünyada birçok ülkede üstün gelmekte olan ve bir o kadar eski Keynesyen ve/veya sosyalist görüşlere karşı görüş olarak önerildi. Bunlar [Keynesyen ve/veya sosyalist görüşler] ekonomilerin karma olması gerektiği (devlet artı özel girişim), hükümetlerin vatandaşlarını yabancı tekelvâri şirketlerin soygunculuğundan koruması gerektiği, hükümetlerin hali vakti yerinde olmayan sakinlerine yarar aktarımında bulunmasıyla (özellikle eğitim, sağlık ve gelir düzeylerinin yaşanabilir düzeyde tutulması) yaşam şansını eşitlemeye çalışması gerektiği yolundaydı. Bu da elbette daha iyi durumdakilerin ve şirketlerin vergilendirilmesini gerektiriyordu.



Neo-liberal küreselleşme programı, 1945 sonrasında başlayıp 1970’lerin başına dek devam eden ve Keynesyen ve/veya Sosyalist görüşlerin hakimiyetini destekleyen, küresel ölçekteki benzersiz büyümenin ardından tüm dünyada baş gösteren durgunluktan faydalandı. Kârlardaki bu durgunluk özellikle de Küresel Güney’de ve Sosyalist Blok denen ülkelerde olmak üzere çok sayıda ülkede ödemeler dengesi sorunlarına yol açtı. Neo-liberal karşı taarruzun başını çekenlerse Birleşik Devletler ve Büyük Britanya’nın sağcı hükümetleri (Reagan ve Thatcher) ve iki ana hükümetlerarası finans kurumu, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası idi. Bunların birleşimi, Washington Konsensüsü’nü yarattı ve güçlendirdi. Bu ortaklaşa politikanın sloganı Bayan Thatcher’ın icadıydı: TINA (“There is No alternative”; yani “Başka Alternatif Yok”) Bu slogan, tüm hükümetlere politika önerilerine uymaları gerektiği, aksi takdirde yavaş büyümeyle ve karşı karşıya gelebilecekleri herhangi bir güçlükte uluslararası yardım isteklerinin reddedilmesi ile cezalandırılabilecekleri mesajını vermek için tasarlanmıştı.
Washington Konsensüsü herkese yeniden ekonomik büyüme ve küresel durgunluktan çıkış yolu vaat ediyordu. Neo-liberal küreselleşmenin taraftarları politik olarak oldukça başarılıydı. Küresel Güney’de, Sosyalist Blok’ta ve güçlü Batı ülkelerinde hükümetler değiştikçe, özelleşen endüstriler sınırlarını ticarete ve malî işlemlere açtılar ve refah devletini küçülttüler. Sosyalist fikirler, hatta Keynesyen fikirler kamuoyunda itibar kaybetti ve politik elitler tarafından terk edildi. Bunun en dramatik sonuçları ise, eski Sovyetler Birliği ve Doğu ve Orta Avrupa’da Komünist rejimlerin çöküşü ve buna ilaveten halâ ismen Sosyalist olan Çin’de piyasa dostu politikaların benimsenmesi oldu.



Bu büyük politik başarının tek sorunu ekonomik başarıyla perçinlenememesiydi. Tüm dünyada endüstriyel işletmelerde yaşanan durgunluk devam etti. Hisse senedi piyasalarında yükselen dalga üretimden sağlanan kârlardan değil, spekülatif finansal manipülasyondan kaynaklanıyordu. Dünyada ve ülkeler dahilinde gelir dağılımı oldukça çarpıklaştı. Dünya nüfusunun en tepedeki yüzde 10’unun ve özellikle yüzde 1’inin gelirinde muazzam artış olurken geri kalanın reel gelirlerinde düşüş yaşandı.



Serbest “piyasa”nın zaferlerine ilişkin rüyadan 1990’ların ortalarına gelindiğinde uyanılmaya başlandı. Bunu çeşitli gelişmelerde görmek mümkün: birçok ülkede nispeten daha toplumsal refah odaklı hükümetlerin iktidara gelmesi, hükümetlerin korumacı politikalara geri dönmesinin yeniden talep edilmesi, özellikle emek hareketleri ve tarım işçileri örgütlerinin “başka bir dünya mümkün” sloganıyla alternatif küreselleşme hareketini tüm dünyada geliştirmesi gibi.
Bu politik tepki yavaş ama sağlam büyüdü. Bu sırada neo-liberal küreselleşmenin savunucuları bunda ısrar etmeye devam etmekle kalmadı, Bush rejimi vasıtasıyla baskılarını arttırdı. Bush hükümeti bunun yanında (üst gelir grubuna hitabeden vergi indirimleriyle) daha çarpık bir gelir dağılımını ve (Irak işgali ile) tek taraflı maçomilitarist bir dış politikayı teşvik etti. Bunu, ABD hazine bonolarını, dünya enerji arzını ve ucuz üretim tesislerini kontrol edenlere satmak yoluyla giriştiği fantastik bir borçlanma ile finanse etti.



Sadece borsa göstergelerine bakılacak olursa, kağıt üzerinde her şey iyi görünebilir. Ne var ki, patlamak zorunda olan bir süper-kredi balonu var. Irak işgali (artı Afganistan, artı Pakistan) büyük bir askeri ve politik fiyaskonun kanıtları. Birleşik Devletler’in ekonomik sağlamlığına duyulan güven doların radikal düşüşüyle sarsıldı. Dünya hisse senedi piyasaları da, balon patlamaya yaklaştıkça korkudan titriyor.



Öyleyse hükümetlerin ve halkların içine çekildiği politik sonuçlar nelerdir? Ufukta dört sonuç görünüyor. İlki, Dolar’ın dünyanın rezerv parası olma rolünün sona ermesidir ki, bu hem Birleşik Devletler hükümetinin hem de tüketicilerinin süper-borçlanma politikasının devamını olanaksız kılacaktır. İkincisi hem Küresel Kuzey hem de Küresel Güney’de yüksek dozda korumacılığa geri dönülmesidir. Üçüncüsü, batmakta olan işletmelere devletin el koyması ve Keynesyen önlemlerin uygulanmasıdır. Sonuncusu, toplumsal-refaha yönelik yeniden bölüşüm politikalarının geri dönüşüdür.



Politik denge geriye doğru bir salınım yapıyor. Bundan yaklaşık on yıl sonra neo-liberal küreselleşme, dünya-ekonominin tarihininde bir çevrimsel salınım olarak kaydedilecek. Asıl soru bu aşamanın sona erip ermediği değil, geriye doğru salınımın geçmişteki gibi, dünya-sistemde göreli bir denge durumunu tesis edip edemeyeceğidir. Yoksa çok fazla hasar mı oluştu? Yoksa bugün, dünya-ekonomide ve dolayısıyla bütün olarak dünya-sistemde daha vahşi bir kaosun mu ortasındayız?

*

Commentary No. 226, Feb. 1, 2008
"2008: The Demise of Neoliberal Globalization"
by Immanuel Wallerstein
The ideology of neoliberal globalization has been on a roll since the early 1980s. It was not in fact a new idea in the history of the modern world-system, although it claimed to be one. It was rather the very old idea that the governments of the world should get out of the way of large, efficient enterprises in their efforts to prevail in the world market. The first policy implication was that governments, all governments, should permit these corporations freely to cross every frontier with their goods and their capital. The second policy implication was that the governments, all governments, should renounce any role as owners themselves of these productive enterprises, privatizing whatever they own. And the third policy implication was that governments, all governments, should minimize, if not eliminate, any and all kinds of social welfare transfer payments to their populations. This old idea had always been cyclically in fashion.

In the 1980s, these ideas were proposed as a counterview to the equally old Keynesian and/or socialist views that had been prevailing in most countries around the world: that economies should be mixed (state plus private enterprises); that governments should protect their citizens from the depredations of foreign-owned quasi-monopolist corporations; and that governments should try to equalize life chances by transferring benefits to their less well-off residents (especially education, health, and lifetime guarantees of income levels), which required of course taxation of better-off residents and corporate enterprises.

The program of neoliberal globalization took advantage of the worldwide profit stagnation that began after a long period of unprecedented global expansion in the post-1945 period up to the beginning of the 1970s, which had encouraged the Keynesian and/or socialist views to dominate policy. The profit stagnation created balance-of-payments problems for a very large number of the world's governments, especially in the global South and the so-called socialist bloc of nations. The neoliberal counteroffensive was led by the right-wing governments of the United States and Great Britain (Reagan and Thatcher) plus the two main intergovernmental financial agencies - the International Monetary Fund and the World Bank, and these jointly created and enforced what came to be called the Washington Consensus. The slogan of this global joint policy was coined by Mrs. Thatcher: TINA, or There is No Alternative. The slogan was intended to convey to all governments that they had to fall in line with the policy recommendations, or they would be punished by slow growth and the refusal of international assistance in any difficulties they might face.

The Washington Consensus promised renewed economic growth to everyone and a way out of the global profit stagnation. Politically, the proponents of neoliberal globalization were highly successful. Government after government - in the global South, in the socialist bloc, and in the strong Western countries - privatized industries, opened their frontiers to trade and financial transactions, and cut back on the welfare state. Socialist ideas, even Keynesian ideas, were largely discredited in public opinion and renounced by political elites. The most dramatic visible consequence was the fall of the Communist regimes in east-central Europe and the former Soviet Union plus the adoption of a market-friendly policy by still-nominally socialist China.

The only problem with this great political success was that it was not matched by economic success. The profit stagnation in industrial enterprises worldwide continued. The surge upward of the stock markets everywhere was based not on productive profits but largely on speculative financial manipulations. The distribution of income worldwide and within countries became very skewed - a massive increase in the income of the top 10% and especially of the top 1% of the world's populations, but a decline in real income of much of the rest of the world's populations.

Disillusionment with the glories of an unrestrained "market" began to set in by the mid-1990s. This could be seen in many developments: the return to power of more social-welfare-oriented governments in many countries; the turn back to calling for government protectionist policies, especially by labor movements and organizations of rural workers; the worldwide growth of an alterglobalization movement whose slogan was "another world is possible."

This political reaction grew slowly but steadily. Meanwhile, the proponents of neoliberal globalization not only persisted but increased their pressure with the regime of George W. Bush. Bush's government pushed simultaneously more distorted income distribution (via very large tax cuts for the very well-off) and a foreign policy of unilateral macho militarism (the Iraq invasion). It financed this by a fantastic expansion of borrowing (indebtedness) via the sale of U.S. treasury bonds to the controllers of world energy supplies and low-cost production facilities.

It looked good on paper, if all one read were the figures on the stock markets. But it was a super-credit bubble that was bound to burst, and is now bursting. The Iraq invasion (plus Afghanistan plus Pakistan) are proving a great military and political fiasco. The economic solidity of the United States has been discredited, causing a radical fall in the dollar. And the stock markets of the world are trembling as they face the pricking of the bubble.

So what are the policy conclusions that governments and populations are drawing? There seem to be four in the offing. The first is the end of the role of the U.S. dollar as the reserve currency of the world, which renders impossible the continuance of the policy of super-indebtedness of both the government of the United States and its consumers. The second is the return to a high degree of protectionism, both in the global North and the global South. The third is the return of state acquisition of failing enterprises and the implementation of Keynesian measures. The last is the return of more social-welfare redistributive policies.

The political balance is swinging back. Neoliberal globalization will be written about ten years from now as a cyclical swing in the history of the capitalist world-economy. The real question is not whether this phase is over but whether the swing back will be able, as in the past, to restore a state of relative equilibrium in the world-system. Or has too much damage been done? And are we now in for more violent chaos in the world-economy and therefore in the world-system as a whole?

9 Ekim 2008 Perşembe

Amsterdam Öyküleri


Amsterdam Öyküleri


İnisiyatif
Amsterdam Öyküleri seçkisi yapmak Oda Edebiyat ve Sanat Vakfının kurmuş olduğu Amsterdam Fikir Yongalama kulübünün toplantılarından birinde geldi aklımıza. İçimizde yazarlar ve yazmak isteyen yetenekli kimseler vardı.

Dijital dergi Oda Edebiyat ve Fikir Yongalama
İki aylık aralarla dijital bir dergi çıkarmaktaydık ve dergimizin metin kalitesi bayağı iyiydi. www.odasanat.org Çeşitli ülkelerden katılım vardı. Hepimiz Amsterdam’ı çok seviyorduk. Oda Edebiyat ve Sanat vakfından bir arkadaşımız Türkiye kökenli yazarların portrelerini sırayla yayımlamaya başlamıştı. Bir Amsterdam öyküleri kitabı fikrine varmaya yarım adım bile kalmamıştı yani. İnisiyatifi alarak süreci başlattım.

İçerik
Amsterdamlı ya da bu şehri seven Türkiye kökenli yazarların konusu Amsterdam’da geçen öykülerini içeren bir kitap oluşturmayı tasarlamaktayız.

Kimler yazacaklar?
Kitaba 20 civarında yazarı davet edeceğiz. Bunların yarıya yakını çeşitli sayıda kitap yayımlamış yazarlardan oluşacak. Bunun yanı sıra son beş yılda yapılmış olan öykü yarışmalarında derece almış genç yeteneklere de özellikle yer vereceğiz.

Amaç
Amacımız tanınmış ve az tanınmış yazarları bir araya getirerek bu mutena şehir hakkında gelecek yıllara miras bırakılacak bir edebiyat eseri yaratmak. Bu tür girişimlere devam etmek ve gençlere model olmak da hedeflerimiz arasındadır.

Kriterler ve editing
Amsterdam Öyküleri 1 çalışma başlığına sahip öykü seçkisinin belli edebiyat düzeyine sahip olmasını arzulamaktayız. Bu nedenle gönderilen eserlerden ortalama edebiyat eseri kalitesi talep edeceğiz. Metinler ciddi bir kontrol ve düzenlemeden geçirilecektir.

Öykü seçkisinin hacmi
İsteyenler seçkimize iki öyküyle de katılabilecekler. Öykülere 3000 kelime sınırı getireceğiz. Ortalama 15 -20 kadar öykü derleneceğini tahmin etmekteyiz. 120-150 A4 sayfalık, tahmini max. 40.000 kelimelik bir hacme ulaşacağımızı düşünmekteyiz.

Yayımlama
Kitabı ilk etapta Hollanda’da yayımlamayı planlıyoruz. Bunun için bazı yayınevleriyle görüşeceğiz. Sonrasında Türkiye’de ilişkide olduğumuz yayınevlerine de başvuracağız. Kitabın ilgi görmesi durumunda diğer dillere de çevrilmesi için girişimlerde bulunacağız.

Çeviri
Yazarlarımızın büyük çoğunluğu Türkçe olarak yazacaklar. Türkçe metinler Hollandacaya, Hollandaca metinler de sonradan Türkiye’den bir yayıneviyle anlaşılabilirse Türkçeye çevrilecek.

Zamanlama
Ekim 2008’de projemizi resmen duyuracak ve yazarlardan katılımlarını rica edeceğiz. 15 Ocak 2009’da elimizde bulunan öykülerle kitabı oluşturma aşamasına geçeceğiz. 15 Nisan 2009’da metinlerden gerekenler Hollandacaya çevrilmiş olacak. Mayıs başı basım için hazır olması planlanıyor.



Sadık Yemni
Oda Edebiyat ve Sanat Vakfı Başkanı

Bilgi ve iletişim için:
http://www.fikiryongalamagrubu.blogspot.com
www.odasanat.org
www.sadikyemni.net






Carlos Castaneda ve Yürek Taşıyan Yol


Sevgili Fikir Yongacıları,

18 Ekim cumartesi günü saat 14.30’da Carlos Castaneda ve onun ünlü Yürek Taşıyan Yol temasını işlemek üzere toplanacağız.

NOT: Amsterdam Fikir Yongalama Kulübü hakkında bilgi için:
http://www.fikiryongalamagrubu.blogspot.com/

Carlos Castaneda’nın kitaplarıyla 1980 başlarında tanıştım. Yaqui kızılderilisi büyücü Don Juan Matus’ün betimlediği dünya bayağı tanıdık gelmişti. Geçmişteki bir diğer farkındalık diye adlandırdığım deneyimlerimle de uyuşmaktaydı. Bu nedenle Castaneda’nın bütün kitaplarını defalarca okudum. Şu anda bütün kitapları Türkçeye çevrilmiş durumda ve raflarda meraklılarını bekliyor.

Ekim sonuna doğru SineOda etkinliğimiz başlayacak. Film akşamlarımızla ilgili bilgileri size ayrı bültenlerle yollayacağım.

Kasım ayında dünyadaki yeni gelişmeleri merkez alan konuları işleyeceğiz. Yeni Dünya Düzeni konusunda kaldığımız yerden devam edecek ve George Monbiot’un tezlerine kulak vereceğiz. http://www.ekolojistler.org/fosil-yakit-madenciligine-son-verin-george-monbiot-ile-soylesi-cev.-ali-kerem-sa.html


Görüşmek üzere.
Selamlar ve sevgiler

Sadık yemni



Carlos Castaneda konusunu şu noktaları öne çıkartarak işleyeceğiz:

Kalp Taşıyan yol nedir?

Savaşçı terimi üzerine güzellemelerden sıyrılmış soğukkanlı fikir yürütme denemesi.

Don Juan Matus gerçekten var mıydı, yoksa yazarın uydurması mıydı? Bir ben vardır benden öte sözcüğündeki gibi:Don Juan Matus öteki ben midir?

Tonal ve Nagual, doğal alem ve Öte Yer denen doğal üstü alemin tanımlanması. Sözcüklerle betimlenemeyen Nagual’a ulaşım mümkün müdür?

Matrix''teki insanlari pil olarak kullananan makineler konusunun kaynagı Carlos Castaneda''nin "sonsuzlugun etkin yani" kitabı olabilir mi?

Matrix''teki insanları pil olarak kullananan makineler konusunun kaynağı Carlos Castaneda''nin "Sonsuzlugun Etkin Yanı" kitabıdır. Kitapta, kozmozun derinliklerinden gelen organik bedene sahip olmayan canlı varlıkların (Matrix''te de makineler organik bedene sahip olmasalar da algilayabildikleri için canlılardır) insanlığı onbinlerce yıl önce tutsak etmesinden bahsedilir. Bu canlılar insanın ruhsal enerjisi ile beslenen ve bizim beslenmek için tavuk yetiştirdiğimiz gibi insan yetiştiren yaratıklardır. Gözle görünmeseler de her an her yerdelerdir.

Diğer alemlere geçiş için yeterli gücü(erki) nereden temin edeceğiz?

Rüya görmek sanata dönüşebilir mi?

Neden kartal denen büyük evrensel oluşu çıplak gözle görmeye dayanamayız?

Peyote, Jimson otu, humito mantarı algımetremizin ibresini ne yöne kırıyor?

Tolteclerden kalan gizli öğreti hangi tanıdık öğretilere benziyor? Semavi dinlerde karşılığı var mıdır?

Dünyayı durdurmak, Buda’nın Nirvana’sı mıdır?

George Ivanovitch Gurdjieff’e daha sonraki oturumlarda derinliğine işlemek üzere hafiften değinme.

*

Şimdi Carlos Castaneda’yı biraz da kendi ağzından dinleyelim:
"Son yirmi yıldır, Meksikalı Yaqui kızılderilisi büyücü Don Juan Matus'un yanındaki çömezliğimle ilgili bir dizi kitap yazdım. Bu kitaplarda bana büyücülük öğrettiğini anlatmıştım; ancak gündelik yaşantımız bağlamında anladığımız büyücülük değildi; doğaüstü güçlerin başkalarının üzerinde kullanılması ya da doğaüstü etkiler yaratmak amacıyla tılsımlar, büyüler ya da ayinlele ruh çağırmayı kapsamıyordu. Don Juan için büyücülük, çevremizdeki evreni biçimlendirmede algının doğası ve rolü hakkındaki kimi uzmanlaşmış kuramsal ve uygulamaya dönük öncülleri düzenleme edimiydi. Don Juan'ın önerisine uyarak, onun bilgisini sınıflandırmak amacıyla, insanbilime ozgu bir ulam olan şamanizmi kullanmaktan kaçındım. Baştan beri ben de onun yaptığı adlandırmayı kullandım; büyücülük. Ancak inceleyince, buna büyücülük demenin, bana sunduğu öğretilerdeki zaten belirsiz olan olguları daha da belirsizleştirdiğini anladım.

İnsanbilim çalışmalarında şamanizm, belirli yerli Kuzey Amerika kızılderili kabileleri arasında da hüküm süren, kimi Kuzey Asya yerli halklarının bir inanç dizgesi olarak tanımlanır. Bu inanç dizgesi, atalarımızın iyi ya da kötü tinsel güçlerinin görünmeyen dünyasının çevremizi kuşatmış olduğunu ve bu tinsel güçlerin, doğa ve doğaüstü alemlerin arasındaki aracılar olan uygulamacıların edimleri ile cağrılabildiklerini ve denetlenebildiklerini öne sürer.

Don Juan gerçekten gündelik yaşamın doğal dünyası ile, doğaüstü değil de ikinci dikkat olarak adlandırdığı görünmez bir dünya arasında bir aracıydı. Bir öğretmen olarak rolü, bu biçimlenmeyi benim için erişilebilir kılmaktı. Önceki çalışmalarımda en önemlisi rüya görme sanatı olarak adlandırılan bana uygulatmış olduğu büyücülük sanatlarının yanı sıra öğretme yöntemlerini de bu nedenle anlattım.

Don Juan bizim benzersiz ve mutlak olduğuna inandığımız dünyamızın, bir soğanın katmanları gibi düzenlenmiş ardışık dünyalar demeti içinden yalnizca bir tanesi olduğunu iddia ediyordu. Bizim sadece kendi dünyamızı algılamak üzere erksel olarak koşullanmış olmamıza karşın hala kendimizinki kadar gerçek, benzersiz, mutlak ve içine çeken bu başka alemlere girebilme yetimizin bulunduğunu öne sürüyordu.

Don Juan bana, bu başka alemleri algılamak için sadece bunlara göz dikmek değil aynı zamanda bunları yakalamak için yeterli erkeye sahip olmak gerekliliğini açıklamıştı. Bunların varlığı sürekli ve bizim farkındalığımızdan bağımsızdır diyordu; ancak erişilmezlikleri tamamen bizim erkesel koşullanmamızın bir sonucudur. Başka bir deyişle, açıkça ve sadece bu koşullanmadan ötürü, gündelik yaşamımızdakı dünyanın tek olası dünya olduğunu sanmak zorunda kalırız.

Erkesel koşullanmamızın düzeltilebilir olduğuna inanarak, Don Juan, eski zaman büyücülerin erkesel algılama yetilerimizi yeniden koşullanmak üzere tasarlanmış bir dizi uygulama geliştirdiklerini belirtti. Bu uygulamalar dizinine, rüya görme sanatı diyordu. Zamanın sağladığı bakış açısıyla, şimdi Don Juan'ın rüya görme konusunda yapmış olduğu en uygun nitelemenin bunu "sonsuzluğa açılan kapı" olarak adlandırmak olduğunu fark ediyorum."




Carlos Castaneda kimdir?
Castaneda, 25 Aralık 1925’de Peru’da doğdu. 7 yaşında annesi Susanna Castaneda'yı kaybetti ve onu babası büyüttü.
1950'lerin başında Amerika Birleşik Devletleri'ne geldi ve 1957'de vatandaşı oldu.
Kaliforniya Üniversitesi'nde antropoloji okudu. Yüksek lisans tezinin konusu olan halüsinasyona yol açan bitkiler üzerine araştırma yapmak için Meksika'ya gitti. Burada bir Yaqui yerlisi olan Don Juan Matus ile tanıştı. Büyük ve bilge bir büyücü olarak bilinen Don Juan, ona spiritüel alemde ilerlemesi için yol gösterdi ve onu tüm gizli bilgilerini aktaracağı 'seçilen kişi' olarak beş yıl boyunca eğitti. Beş yıl sonra, bir buhran sonrası eğitimini tamamlamadan Amerika'ya geri dönen Castaneda, Don Juan'la geçirdiği deneyimlerini antropoloji dalında doktora tezi olarak yayımladı.
Tez olarak yayımladığı serinin ilk üç kitabı, '' Don Juan Öğretileri, Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi'', '' Bir Başka Gerçeklik'' ve ''Ixtlan Yolculuğu, Don Juan'ın Yeni Öğretileri'' basılınca büyük yankı uyandırdı ve en çok okunanlar listesinde ilk sıralara yerleşti. '' Yürek Taşıyan Yol'' serisi içinde 12 kitabı yayımlandı.
Buna karşın yazdıkları akademik camiada eleştirildi, hatta çoğu kişiye göre Castaneda'nın yaşadığını iddia ettikleri gerçek değildi ve Don Juan, Castaneda onunla tanıştığını iddia ettiği yıldan (1960) çok önce ölmüştü. En çok eleştirilen noktalardan biri de, yazılarında yüksek bilinçlilik seviyesine ulaşmak için kullanılan halüsinatif bitkilerin kullanımını meşrulaştırmasıydı. ( ilk üç kitabında bir çok kez Don Juan ona, diğer erkelere ulaşmasını sağlamak için peyote denilen halüsinojen bir bitki verir.) Fakat daha sonra Castaneda, bu uyuşturucuları kullandığını reddetmiştir.
Castaneda'nın büyücülük yolculuğunu anlattığı 12 kitabı da büyük ilgi topladı ve mistik ilimlere ilgi duyan çevrelerde popüler oldu.
1997 yılında eski karısı Margaret Runyan Castaneda'yı kendi üzerine yazdığı bir kitap yüzünden dava etti ama Castaneda, 27 Nisan 1998'de karaciğer kanserinden ölünce dava da düştü. Carlos Castaneda'nın külleri Meksika'ya götürüldü.

*


Kitaplarından 3’ü
DON JUAN’IN ÖĞRETİLERİ : Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi C arlos Castaneda, doğadışı güçlerinden ötürü Güneybatı Amerika halkının korkup çekindiği bir Yaqui Kızılderilisi olan don Juan'la ilk kez 1960'ta tanışmıştır. İlk beş yıl boyunca don Juan'ın gizli bilgisi, Castaneda'yı, batı uygarlığında rastlanmayan kimi kavramlar aracılığıyla, bir güzellikler ve korkunçluklar alemine götürmüştür. Castaneda, sanrılandırıcı bitkileri-peyote, jimson otu ve 'humito' denilen bir mantarı-kullanarak bir takım tinsel varlıklarla, kurt kılığına girmiş şanamlarla ve karga kılığına girmiş 'ölüm'le karşılaştığı deneyimler yaşamıştır. Peyote tanrısı Mescalito'yla üç kez karşılaşmıştır. Ve sonunda, yaşamının, bugüne dek kendisinin de açıklayamadığı güçler tarafından tehdit edildiğini gördüğü dehşetli bir geceden sonra, bir Bilgi Adamı olma çabalarından vazgeçmiştir. Castaneda, bu olağanüstü kitabını, aylar süren bir kararsızlıktan sonra yazmıştır. Çeviri : Nevzat Erkmen

BİR BAŞKA GERÇEKLİK Bambaşka bir düşünce dizgesine yöneltilen çok değişik bir bakış. Don Juan'ın Öğretileri adlı birinci kitabın sonunda, Carlos Castaneda, korkunç bir gecenin sabahında, Bilgi Adamı olma çabalarından nasıl vazgeçtiğini anlatmıştı. Ama üç yıl sonra geri dönüp, Yaqui Brujosu ya da büyücüsü Don Juan'ın kılavuzluğunda çömezliğini sürdürmüştür. Peyote, Jimson otu ve mantarların neden olduğu çok güzel ama ürkünç deneyimleri arasına, don Juan'la yaptığı yer yer eğlenceli, yer yer dokunaklı söyleşileri de serpiştirerek, Castneda yaşamın yüzeysel gerçeklerinin ötesini görebilme uğraşın; istençli çaba göstermeyi, önyargıları bir yana atmayı ve büyük bir yürekliliği gerektiriyor Castaneda'nın uğraşı. İlk kitaptaki serüvenler daha da heyecanlı bir biçimde bu kitapta sürüyor. Çeviri : Nevzat Erkmen



IXTLAN YOLCULUĞU "Benim için dünya esrarengizdir harikulade, ürkütücü, gizlerle dolu, kavranılamazdır o zira; ben senin burada, bu görkemi âlemde, bu görkemli çölde, bu görkemli zamanda olmanın sorumluluğunu üstlenmen gerektiğine inanmanı istedim hep. Her bir eyleminin sonucunu hesaba katmayı öğrenmen gerektiğine inanmanı istedim; zira sen burada kısa aslında, onun tüm görkemlerine tanık olamayacağın denli pek kısa bir süre kalacaksın yalnızca."


*


CARLOS CASTANEDA'NIN TONAL ADASI
Nevzat Erkmen

Yeni yetme bir antropoloji öğrencisi olan Carlos Castaneda'nın bir otobüs durağında Don Juan Matus adıyla bilinen bir Yaqui kızılderiliyse tanışması sonucunda yazdığını iddia ettiği kitaplar; hippi kültürü ve uyuşturucu furyasıyla birlikte giderek ün kazanarak Yeni Çağ gizemciliğinin öncüsü olurken, yazarın kitaplarında bahsettiği Kişisel Geçmişi Silme tekniğini kendi hayatına da uygulaması, ölümünün de yaşamı gibi esrarlı olmasına yol açmıştır. Castaneda'nın geçmişiyle ilgili olarak pek az şey bilinmektedir. Kitapları milyonlarca satan bir yazar olmasına karşın, ölümü de sessiz sedasız gerçekleşmiş, cenaze töreni yapılmamış, cesedinin hemen yakıldığı ve küllerinin Meksika'ya götürüldüğü açıklanmış, doktoru müteveffa hastası hakkında yorum yapmayı reddetmiş, ölüm sertifikasında hatalı bilgiler bulunmuş, bütün bu belirsizlikler de Castaneda'nın kitaplarına inanan kişilerin bir kısmında onun aslında karaciğer kanserinden ölmediği, "içten gelen ateşle" yandığı inancını doğurmuştur.
Bu makalenin amacı Castaneda'nın yazdıklarının gerçek olup olmadığını tartışmak değildir. Bu konu üstüne kitap üstüne kitap yazılmıştır, ancak sunulan bütün kanıtlar İnanmak Zorunda Olma tekniği karşısında işe yaramaz kaldığından, ayrıca Castaneda'nın yansıttığı (veya yarattığı) sistemin inanılırlığı tüm inanç sistemlerindeki gibi tamamen a priori yargılara bağlı olduğundan, kanaatinden emin insanların fikirlerini değiştirebileceklerini sanmıyorum. Yazının amacı Castaneda'nın dokuz kitapta ipuçları halinde verdiği bilgileri son derece kısa (ve yetersiz) bir şekilde düzenleyip özetlemektir.

Toltec Mistisizmi
Don Juan öğrencisi Castaneda'ya yıllarca büyücülüğü öğrettiğini iddia ettikten sonra, aslında bunu sadece ilgisini çekmek için söylediğini, kendisini ve grubunu Seerlar (Gören Kişiler) olarak tanımladığını ve Tolteclerden kalma gizli bir öğretinin uygulayıcısı olduklarını açıklar. Gördükleri şey enerjidir. Sistemin temel ilkesi, evrende enerjinin maddeden önce geldiği ve belirli bir eğitimin ardından saf haliyle görülebileceğidir. Bu inanç Tolteclerin binlerce yıl önce uyuşturucu bitkileri keşfedişine dayanır. Uyuşturucularla birlikte algıları değişen Toltecler, bilim adamlarının titizliği ve filozofların merakıyla gruplar kurarak evrenin ve insanın özüne dair temel soruların yanıtını arar ve somut yanıtlar bulduklarını düşünürler. Vardıkları sonuçlar, evrenin sonsuzca uzanan ve birbirlerini kesen, farkındalık sahibi ipliksi ışınlardan oluştuğudur. Her canlı varlık bu ışınların bir kısmının bir arada toplanmış şeklidir. Bu ışık topluluğuna koza diyen Toltecler, kozanın üstünde parlak bir nokta bulunduğunu fark ederler. Bu noktayı incelediklerinde, dışarıdaki ışınların kozanın içinden geçtiğini ve bu parlak noktadan geçtiği hallerde, dıştaki ışınlarla içteki ışınların aynı olduğu ve temas ettiği durumlarda algının oluştuğunu saptarlar. O parlak nokta bu algı kıvılcımlarını bir araya getirip anlamlı bir dünya oluşturduğu için, ona Birleşme Noktası adını verirler.

Algı Değişimi
Tolteclerin yaptığın en önemli keşiflerden biri, Birleşme Noktası'nın yer değiştirebileceğidir. Birleşme Noktası'nın sayısız algı kıvılcımını birleştirerek, bazılarını eleyip bazılarını vurgulayarak yarattığı dünyalar, canlı varlıkların çocuklarını yetiştirirken onlara öğrettikleri algılayış sisteminin ürünüdür. Bir bebek doğduğunda Birleşme Noktası kaotik bir şekilde kozanın yüzeyinde hareket eder, ancak çevresinde temasa geçtiği her yetişkin onu farkında olmadan Birleşme Noktasını sabitlemeye yöneltir. Her insanın Birleşme Noktası aynı yerde sabitlendiğinden, algılanan dünya da ortaktır. Bir çocuğun Birleşme Noktası kozasının üstünde diğer insanlarınkiyle tam olarak aynı noktaya geldiğinde, çocuk bir tür kulüp üyeliği kazanmış olur ve insanların dünyasında yaşamaya başlar.

İçsel Diyalog
Tolteclerin yaptığı bir başka keşif, insanoğlunun Birleşme Noktası konumunun doğal bir konum olmadığıdır. Bu yüzden türün devamlılığı için insanlık tarihinin bir noktasında mecburen seçildiği sonucuna varırlar. İnsanoğlunun eski Birleşme Noktası konumuna Sessiz Bilgi, yeni konumunaysa Mantık adını veren Toltecler, Birleşme Noktası'nın Mantık konumunda içsel diyalog sayesinde durabildiğine kanaat getirirler. Yaptıkları gözlemlere göre, insanların gördüğü gündelik dünya, aslında onların dünyanın nasıl olduğuna dair fikirlerinin kozanın iç duvarlarından yansıyarak onlara geri dönmesidir. Böylece zincirleme bir tepki sürüp gider. İnsanların dünyaya dair fikirleri dünyalarını şekillendirir ve onlar bu şekillenmiş dünyayı gördükçe aynı fikirleri tekrar düşünerek o bakış açısının sürekliliğini sağlarlar. Bu durumda Tolteclerin doğal olarak vardıkları sonuç, içsel diyaloğun durdurulması halinde Birleşme Noktası'nın sabit konumundan kayarak harekete geçmeye başlayacağı, böylece kozanın diğer kısımlarından geçen ışınlarla temas etmesiyle birlikte yeni dünyaların algılanabileceğidir. Kullandıkları uyuşturucu maddelerin de aslında içsel diyaloğu anlık kesintilere uğratarak Birleşme Noktası'nı harekete geçirdiğini fark ederler. Ancak uyuşturucular vücuda çok zarar verdiğinden, aynı etkiyi yaratacak bir öğreti sistemi kurmaya karar verirler.

Pratikler
Toltecler içsel diyaloğu tamamen kesintiye uğratmak için tek bir yöntem bulunduğuna kanaat getirirler. Doğru Yürüme Tarzı adını verdikleri bu yöntem, gözlerin ufukta bir noktaya dikilmesi ve bakış alanı içindeki her şeyin aynı anda ve odaklanmadan algılanmaya çalışılması, el parmaklarının da her seferinde farklı şekillere sokulması suretiyle yürünmesidir. Böylece algı akımına uğrayan zihnin, içsel diyaloğu sürdüremez hale geleceğine ve duracağına inanırlar. İçsel diyaloğun durduğu bu ana "Dünyayı Durdurmak" adını verirler. Doğru Yürüme Tarzı'nın etkisini çabuklaştırmak için bir dizi egzersiz geliştirirler. Bunlar "Rüya Görme Sanatı" adını taşıyan ve gündelik farkındalığı rüyalara taşımayı amaçlayan bir pratikle birlikte, Kişisel Geçmişi Silmek, Eylemlerin Sorumluluğunu Üstlenmek, Ölümden Tavsiye Almak, Rutinleri Kırmak, Kendini Önemsemekten Kurtulmak, İnanmadan Eyleme Geçmek gibi uygulamalardır. Nihayet bilgi yolunda ilerleyecek kişiyi olabildiğince güçlü kılmak için, Savaşçının Yolu adını verdikleri bir yaşam tarzı geliştirirler.

Kartal
Tolteclerin bunca zahmete girmesinin ardında oldukça pratik bir sebep yatmaktadır: Ölüm. Toltecler evreni enerji haliyle gördüklerinde, tüm bilinç taşıyan ışınların tek bir yerden yayıldığını fark ederler. Bu muazzam varlık bir kartala benzediğinden, ona Kartal adını verirler. Kartal'ı çıplak gözle izleyen pratisyenlerin ölmesi, onları Rüya Görme Sanatı'nı geliştirmeye zorlar. Çünkü rüya gören insanların Birleşme Noktalarının kendiliğinden yer değiştirdiğini gözlemlemişlerdir. Çift adını verdikleri rüya bedenleriyle yaptıkları gözlem, onlara Kartal'ın ölen varlıkların Birleşme Noktalarıyla beslendiğini gösterir. Bir canlı öldüğünde, kozasındaki Birleşme Noktası, o canlının tüm hayat tecrübeleriyle birlikte Kartal tarafından yenmektedir. Tolteclerin vardıkları sonuç, Kartal'ın tüm canlıları hayat tecrübelerinden beslenmek için yarattığıdır. Daha sonra yaptıkları muazzam bir keşif, Kartal'ın tüm anılarını tekrar hatırlamayı başarmış, yani onların birer kopyasını çıkarmış kişileri serbest bıraktığı ve kopyalarla beslenmeyi kabul ettiğidir.

İçten Gelen Ateş
İnsan kozası üstünde Birleşme Noktası'nın sabitlenebileceği sayısız nokta bulunduğuna ve her noktanın bir başka dünyayı yaratabileceğine (birleştirebileceğine) inanan Toltecler, Birleşme Noktası'nın yerinin değiştirilmesine Rüya Görme Sanatı, herhangi bir noktada sabit tutulmasınaysa "İz Sürme Sanatı" adını verirler. Böylece bu iki sistem Toltec gizemciliğinin temelini oluşturur. Birleşme Noktası'nın gittiği her yeni konum, oradaki kullanılmamış enerjileri açığa çıkarmaktadır. Toltecler ölüme alternatif olarak geliştirdikleri bir yöntemle, Birleşme Noktası'nın kozanın etrafında büyük bir hızla döndürülmesi suretiyle ortaya çıkan enerjiyle tamamen enerjiden oluşan bir varlığa dönüşme gibi bir seçeneğin var olduğuna inanmış ve bu şekilde saf enerjiye dönüşen insanların dünya var oldukça yaşayacağını düşünmüşlerdir.

Sonsöz
Castaneda'nın kitapları önce bir antropoloji öğrencisinin tezi olarak başlar, ardından giderek konu üstünde yoğunlaşır ve yazarın konuya artık bir bilim adamı olarak yaklaşmaktan çıktığı itirafıyla birlikte tamamen fantastik bir boyut kazanır. Çoğu kişi tarafından kurgu olarak kabul edilen bu eserler, ister gerçek ister Castaneda'nın hayal gücünün ürünü olsunlar, okunmaya değer bir estetik ve derinlik taşımaktadırlar.

*
Kitapları:
Don Juan Öğretileri, Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi
Bir Başka Gerçeklik
Ixtlan Yolculuğu, Don Juan'ın Yeni Öğretileri
Erk Öyküleri
İkinci Erk Çemberi
Kartalın Armağanı
İçten Gelen Ateş
Sessizliğin Erki
Rüya Görme Sanatı
Sihirli Geçişler
Zamanın Çarkı
Sonsuzluğun Etkin Yanı

-------------------------------