11 eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11 eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2008 Pazar

Neo Obama ve UFO'ların kuracağı yeni düzen


Sevgili Fikir Yongalamacılar ve SineODA Sakinleri,


14 Kasım akşamı Zeki Demirkubuz’un Kader filmini izleyerek bir test etkinliği gerçekleştirdik.

Film kulübümüz SineODA, 22 Kasım Cuma akşamı 20.00’de ünlü İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun Queimada(Yangın ya da Türkçe başlığıyla İsyan) adlı filmiyle açılış yapıyor.

22 Kasım Cuma akşamı en yeni dünya düzenini gözden geçirmek için Neo-Obama ve UFO’lar yeni dünya düzeni mi kuracak? başlıklı bir fikir yongalama etkinliği yapılacak.

Program şöyle:

19.30 – 20.00 Ön sohbet
20.00 – 21.00 Fikir Yongalama Etkinliği
21.15 – 23.00 Film izleme
23.00 - ..... Sohbet

Selamlar ve sevgiler.

Sadık Yemni

*

Neo-Obama ve UFO’lar yeni dünya düzeni mi kuracak? konusu aşağıda dikkatinize sunduğum 3 makalenin desteğiyle işlenecek.


'Dünyaya diz çöktürecek' olay!
İbrahim Karagül



Dünya genelinde bir çok liderler, ülke temsilcileri, sanki sözleşmiş gibi, “birkaç ay içinde dünyayı sarsacak bir gelişme olacağı”nı söylerse ne düşünürüz? Hem de bu açıklamalar üç gün içinde ardı ardına yapılıyorsa..
Sözü edilen tehlike, kendi ifadelerine göre, o kadar büyük ki, 11 Eylül saldırılarını gölgede bırakacak. Dünyası sarsacak. Dünya düzenini kökten değiştirecek kadar etkili olacak. Ve bu büyük ihtimalle nükleer bir saldırı olacak.
Avustralya Başbakanı böyle diyor. Aynı şekilde dünya başkentlerinden ardı ardına benzer açıklamalar geliyor. Bazıları bunu “yeni bir 11 Eylül saldırısı” olarak nitelerken, açıklamaların çoğunda kullanılan cümleler çok daha ürkütücü. Bizzat Obama'nın kendisi, McCain, Cheney, Bush, emekli Donald Rumsfeld ve daha niceleri böyle bir saldırı beklediklerine ilişkin açıklamalar zaten yapmışlardı. “Amerika'nın yeni bir 11 Eylül'e ihtiyacı var. Çünkü düşmanı unuttular. Amerikan halkını birleştirmek için bu gerekli” kanaatini açıkça ifade edenler vardı. Ama biz bunları, gelenek haline gelen abartılı paranoyanın sonucu olarak gördük.
Bu seferkiler biraz başka. Şöyle:
İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un Güvenlik danışmanı Lord West, “Yeni ve büyük bir hazırlık yapılıyor. Tehdit çok büyük. Önlem amacıyla yapabildiğimiz her şeyi yaptık. Ama tehdit büyümeye devam ediyor” diyor.
Avustralya Başbakanı Kevin Rud: “Nükleer felaketten” söz ediyor ve tehlikenin büyüklüğünün yanında diğer tehditlerin “önemsiz” kalacağını söylüyor.
ABD Dışişleri eski Bakanı Colin Powell: Aynı tehdide işaret eden sözler söylüyor: 21-22 Ocak tarihini işaret eden Powell, yine de tehdidin niteliği hakkında çok şey bilmediklerini söylüyor.
Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner: Bu açıklamalardan önce, “İran nükleer silah yapma aşamasına gelmeden önce İsrail'in bu ülkeyi vuracağı”nı söylemişti.
ABD Dışişleri eski Bakana Madeline Albright: Obama'nın Beyaz Saray'a oturmasıyla yani önümüzdeki aylarda çok ciddi bir uluslararası krizin çıkacağını söyledi.
Obama'nın Başkan Yardımcısı Joseph Biden'ın o ünlü sözlerini buraya özellikle eklemek gerekiyor. Çünkü sözü edilen tehditle ilgili en sarih ifadeleri o sarfetti.
“Hazırlıkları yapılan krizin önümüzdeki altı ay içinde ortaya çıkacağını” iddia eden Biden, “işte o zaman Obama'nın toplumsal liderlere ihtiyacı olacağını, işte o zaman Amerikan halkının kabullenemeyeceği kararlar almak zorunda kalacağını, toplum önderlerin kitleleri yatıştırmasına ihtiyaç duyulacağını” vurguluyor.
Zbigniew Brzezinsky de aynı iddiaları içeren sözleri tekrarlıyor.
Açıklamalar sanki bir koordinasyon çerçevesinde yapıldı izlenimini uyandırıyor. Neden hepsi aynı zamanda benzer açıklamalar yaptı? Nükleer içerikli olacağı öne sürülen bu büyük tehdit ne? Yoksa kitleler, hükümetler tarafından endişe verici gelişmeler için mi hazırlanıyor?
Başka iddialar da var. Şöyle:
En tehlikeli dönem Obama'nın ilk yılı olacak. Tıpkı Bush gibi. Bush, ilk yılında 11 Eylül saldırısıyla yüzleşti. Bu krizi kullandı. İşgaller ve savaşlar geldi. Önleyici saldırı adı altında küresel düzeyde askeri müdahaleler başladı.
Elitler, Obama'nın ilk yılında ekonomik krizi belki de bu amaçla kullanacak. Yeni ABD Başkanı'nın Beyaz Saray'a yerleşmesinden sonraki üç ay içinde sözü edilen tehdidin ortaya çıkacağı söyleniyor. Biz “ortaya çıkacak” diyoruz, belki de buna “uygulanacak” desek daha doğru olacak.
Terör saldırısı ya da nükleer saldırı.. Dünya düzenini sarsacak gelişme sadece bu saldırı olamaz. Sözü edilen büyük tehdit, elitlerin yeni dünya devleti kurmak için en önemli gerekçeleri olacak. Bu yüzden “büyük olay”ın bir plan olabileceği akla geliyor.
Daha şimdiden “tek para”, “tek merkez bankası” ve “tek dünya devleti” ifadeleri kullanılmaya başlandı. Önümüzdeki hafta yapılacak G-20 toplantısının bu sürecin kapılarını açacağı söyleniyor. Bazıları yeni dönemde ABD'nin “egemenliğinin” sorgulanacağını söylüyor.
Yeni Para Sistemi kurulacak: Dünyayı para ile kontrol edenler askeri olarak da kontrol etmeye başlayacak.
Dünya Merkez Bankası kurulacak. Bütün ekonomik sistem bu merkezden kontrol edilecek. Sadece para değil, kaynakları da belli bir merkezden kontrol edilecek.
Tek Devlet: Yeni ekonomik düzene bağlı olarak küresel iktidar da tek merkezden kontrol edilecek.
ABD'nin, Batı'nın istediği bu. Krize çözüm bulmak yerine krizi küresel hegemonya için gerekçe olarak kullanmaya çalışıyorlar. Dünya çok başkentli bir düzene doğru ilerlerken, siyasi ve ekonomik merkezlerin sayısı çoğalırken Batı'nın bu arayışı hiç de iyiye işaret değil.
Rüzgarı tersine çevirmek için tek yol var: Dünyayı sarsacak bir ani gelişme. Terör saldırısı mı olur, nükleer saldırı mı olur, bilmiyoruz. Yukarıya aldığım uyarılar işte bu gelişmenin habercisi olabilir.
Ekonomik krizin finans sektörünü aşıp reel ekonomiyi vurmaya başladığı, ABD'nin gururu olan sembol şirketlerin batmaya başladığı bir dönemde olduğumuzu hatırlayalım. Yukarıdaki büyük tehdide biraz böyle bakalım. Daha önce bu köşede yer alan “olağanüstü hal”e ilişkin cümleleri de hatırlayalım.
Ben, gerçekten, “olağan dışı bir dönem”de olduğumuzu hissediyorum…
*

Beyaz Saray: Siyah mı Yeşil mi? Yeni enerji Türk bilim kadınında!
13 Kasım 2008


Dün Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül, "Dünyaya diz çöktürecek' olay!" başlığıyla kaleme aldığı yazısında, ilginç bir derleme yaptı. Bu derleme; dünya genelinde bir çok lider ve temsilcinin 'birkaç ay içinde dünyayı sarsacak bir gelişme olacağı'na ilişkin sözlerine dayanıyor.
İddiaya göre tehlike o kadar büyük ki, 11 Eylül saldırılarını gölgede bırakacak. Dünyası sarsacak. Dünya düzenini kökten değiştirecek kadar etkili olacak.
Bu sözlere hızla ve kısaca bir göz atıp sonra devam edelim.
"Bizzat Obama'nın kendisi, McCain, Cheney, Bush, emekli Donald Rumsfeld ve daha niceleri böyle bir saldırı beklediklerine ilişkin açıklamalar zaten yapmışlardı. 'Amerika'nın yeni bir 11 Eylül'e ihtiyacı var. Çünkü düşmanı unuttular. Amerikan halkını birleştirmek için bu gerekli' kanaatini açıkça ifade edenler vardı.
İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un Güvenlik danışmanı Lord West, “Yeni ve büyük bir hazırlık yapılıyor. Tehdit çok büyük. Önlem amacıyla yapabildiğimiz her şeyi yaptık. Ama tehdit büyümeye devam ediyor” diyor.
Avustralya Başbakanı Kevin Rud: “Nükleer felaketten” söz ediyor ve tehlikenin büyüklüğünün yanında diğer tehditlerin “önemsiz” kalacağını söylüyor.
ABD Dışişleri eski Bakanı Colin Powell: Aynı tehdide işaret eden sözler söylüyor: 21-22 Ocak tarihini işaret eden Powell, yine de tehdidin niteliği hakkında çok şey bilmediklerini söylüyor.
Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner: Bu açıklamalardan önce, “İran nükleer silah yapma aşamasına gelmeden önce İsrail'in bu ülkeyi vuracağı”nı söylemişti.
ABD Dışişleri eski Bakana Madeline Albright: Obama'nın Beyaz Saray'a oturmasıyla yani önümüzdeki aylarda çok ciddi bir uluslararası krizin çıkacağını söyledi.
Obama'nın Başkan Yardımcısı Joseph Biden'ın o ünlü sözlerini buraya özellikle eklemek gerekiyor. Çünkü sözü edilen tehditle ilgili en sarih ifadeleri o sarfetti.
“Hazırlıkları yapılan krizin önümüzdeki altı ay içinde ortaya çıkacağını” iddia eden Biden, “işte o zaman Obama'nın toplumsal liderlere ihtiyacı olacağını, işte o zaman Amerikan halkının kabullenemeyeceği kararlar almak zorunda kalacağını, toplum önderlerin kitleleri yatıştırmasına ihtiyaç duyulacağını” vurguluyor.
Zbigniew Brzezinsky de aynı iddiaları içeren sözleri tekrarlıyor.
Açıklamalar sanki bir koordinasyon çerçevesinde yapıldı izlenimini uyandırıyor. Neden hepsi aynı zamanda benzer açıklamalar yaptı? Bu büyük tehdit ne? Yoksa kitleler, hükümetler tarafından endişe verici gelişmeler için mi hazırlanıyor?
En tehlikeli dönem Obama'nın ilk yılı olacak. Tıpkı Bush gibi. Bush, ilk yılında 11 Eylül saldırısıyla yüzleşti. Bu krizi kullandı. İşgaller ve savaşlar geldi. Önleyici saldırı adı altında küresel düzeyde askeri müdahaleler başladı."
Karagül'ün uzunca yazısının içinden çektiğimiz iddialar böyle. Yazar, tehlikenin ne olduğunu yazısının sonuda küresel politika mahreçli olarak açıklıyor. Biz devam edelim.
Reelpolitik nasıl işler?..
Esasen Barack Obama'nın Beyaz Saray'da oturmaya hak kazanmasından önce de, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde, önümüzdeki 6-8 ayın içinde uluslararası bir krizin çıkacağı tezi ifade edilmişti. Ancak bu tasarımın dayandığı nokta, Rusya'nın daha doğrusu Sovyetler Birliği'nin bir geleneğinden kaynaklanıyor.
Bu konuyla ilgili olarak iyibilgi de bir haber oluşturmuş; Rusya'nın geleneksel olarak her yeni başkanı tarttığını yazmıştı. Obama örneğinde bu vakanın gerçekleşmesi ihtimali daha fazlaydı. Çünkü, Obama'nın ABD ve dünyayı gerçekten kontrol edip etmediği, edip edemeyeceği görülmek istenebilirdi.
Moskova daha önce de bu yolu kullanmış, her yeni başkan geldiğinde suni sayılabilecek krizlerle Beyaz Saray'ı sınamış, aldığı reaksiyona göre de yakın ve orta vadeli stratejiler oluşturmuştu.
İşte, eğer Obama dönemi hem ABD hem de küresel denklemler açısından "yeni bir dünya düzeni" kurulması ise, Başkan'ın bu sınavdan geçmesi gerekiyordu. Kriz tezi buna dayanıyordu ve aslında Karagül'ün alıntıladığı isimler içinde bu örneğe gönderme yapan açıklamalar da var.
Meselenin "standartlara oturmuş", uluslararası politika disiplini açısından okuması bu. Ancak bu sefer bir fark var.
Küresel şaşkınlık ve global birlik?!
Fark, biraz üsluplardan geliyor ama ifade biçimleri arasındaki farkı, söyleyenlerin kimliğine bakarak küçümseyemeyiz. "Bu sefer biraz sert ve heyecanlı konuşmuşlar" gibi bir açıklama durumu izah etmiyor. Esasen dünya sistemi de böyle işlemiyor.
Tüm bu ikaz dolu açıklamaların temel tınısı, bugüne kadar görülmedik, şaşkınlık yaratacak, uluslararası ortaklık yaratacak bir yeni gelişmenin olacağı biçiminde. Bu elbette önemli. Ardından gelen soru da gayet doğal olarak: Bu nedir?
Olağanüstü/olağandışı gelişme ne? "Paranormal" sayabiliriz. Tıpkı Karagül gibi, bir "gariplik" olacağını sezenlerin "köşesinden" hissettikleri gelişme, global bir birlik oluşturma ve bunun dünyayı yeni bir düzende yönetmesi mi, Obama ruhuna uygun olarak dünyanın bir araya gelmesi mi? Öyle ise neye karşı?
Hayli tartışmalı bir mesele! Şimdi bakış açımızı kaydıralım. Yukarı doğru.
2008 sıkıntılarının gölgesinde kalan?
İstisnasız dünyanın bütün medya kuruluşlarının fark ettiği, fark edince yayınlarında "nispi" olarak yer verdiği "seri" gelişmeler bulunuyor. Bunlar günlük krizlerin, savaşların, tartışmaların veya ülkelerin sıkıntılarının dışında.
Denebilir ki, bu "seri" gelişmelerin" ortak noktası "yabancı yaşam formları" ile ilgili, daha açık yazalım, UFO ve uzaylılar ile ilgili yeni olaylar. Şimdi unuttuğumuz bu olayları yine kısaca bir anımsayalım.
Paranormal aktivitelerle ilgili gelişmelerin başını 2008 yılında İngiltere çekti. Londra hükümeti, hem savunma hem de istihbarat birimlerinin geçmiş yıllarda yaşanmış, kayıtlara geçmiş resmi belgelerini kamuoyuna açtı.
Bu dosyalarda UFO ve yabancı varlıkların dünyamızı ziyaretine ilişkin sayısız örnek, tanık ve resmi kaynakların resim, görüntü ve çizimleri ile yorumları bulunuyordu. İngiltere ardı sıra bu açıklamaları yaptı ve dünyaya sundu. Ek olarak Kanada hükümeti de bizzat Başbakan yardımcısının ağzından UFO'ların varlığını kabul etti.
Aynı konu üzerinde ciddiye alınması gereken en kritik gelişme Vatikan'da oldu. Vatikan Kardinaller Kurulu, resmi olarak UFO'ların yani uzaylıların varlığını kabul etti, tanıdı. Bu tanıma, Papa'dan habersiz ve izinsiz olamayacağı gibi, dini fenomenler konusunda uzman olan Josehp Ratzinger'in (bugünkü Papa) dönemine denk gelmiş olması da manidar sayılmalı.
Muhafazakar kimliği ile bilinen Vatikan-ki yıllar içinde dünyanın yuvarlak olduğuna bile direnmişti-açıklamasına tek bir ek yaptı. Bu varlıklar Tanrı'nın kullarıydı! Makul. Neticede tüm bunlarla beraber, bu dönemde uzaylı ve UFO vakalarında kayda değer bir artışın olduğu biliniyor.


Uzaylılar dosyasında Türkiye'nin rolü?
Eğer uzaylılar ve UFO konusu bir fenomen ise-herhalde bunda bir tartışma yok-resmi kayıtlara geçen en ciddi vakalardan biri 2008 yılı içinde Türkiye'de yaşandı. Aslında bu konuyu da meraklıları dışında fark eden pek olmadı, olduysa da üzerinde ziyadesiyle durulmadı.
Yine İngiltere'de yapılan bir UFOloji konferansında Türkler, buraya dikkat, "yabancı yaşam formlarını, yani uzaylı varlıkları ilk kez görüntüleyen bir malzemeyi sundu". Büyük ilgi gördü ve İngiliz televizyonları bu çekimleri flash haber olarak aynen yayınladı.
Son olarak bu görüntüler dün akşam (12 Kasım 2008) HaberTürk kanalında çekimi yapanların da katılımıyla kamuoyuna yansıtıldı. Beyanlarına göre-ki çekimler yayınlandı-varlıkların gözleri seçilecek kadar açık görüntüler elde edildi. (Meraklıları siriusufo.org adresinden bilgilenebilir.)
Bu tür görüntü ve iddialar üzerinde yapılan, "gerçektir değildir" tartışmaları da bir fenomen sayılabilir. Ancak bu görüntüler çeşitli ülkelerin laboratuarlarına gönderilerek kontrol edildi ve orijinal olup herhangi bir oynama olmadığı tespit edildi. Keza TÜBİTAK bunların UFO olduğunu açıkladı.
Ancak tam bir derya olan bu konu şu anki çalışmamızın konusu değil. Bu tartışmaların ne kadar uzayabileceği, bin türlü yorumunun olabileceği herkes tarafından zaten biliniyor.

Enerji! Yenisi ve bizdeki?

Burada gerçekten ilginç ve belki UFO'lardan bile garip bir başka gelişmeye dikkat çekmek istiyoruz. Bu nokta hayli ıskalandı. Gerçek: dünyadaki tüm ülkelerin ana açmazı enerji konusu. Tüm çatışma, savaş ve denklemler bunun üzerine kuruluyor.
Ama çözülecek gibi de değil. Bu en küçük ülkeler için de böyle en güçlü ülkeler için de-hatta daha çok-böyle. Obama'nın ana sorunu da bu olacak. Ama şimdi, bir yandan Obama'nın kişiliğinde sembolleşen bir yandan küresel krizle zemini hazırlanan yeni bir dünya düzeni söz konusu.
Ve öyle ise yeni bir enerjiden bahsetmek gerekmiyor mu? Atlanan konu o ki, önümüzdeki dönemde kırılma yaratacak bir kriz bekleyenler aynı zamanda yeni bir tür enerji kaynağının ortaya çıkacağını dillendiriyor. Bu her açıdan önemli.
Bunu yazıyor ve söylüyorlar ama nerede ve nasıl henüz belli değil. Ama beklenen kadastrof kadar aynı oranda bekleniyor ve olursa, dünyadaki tüm dengeleri değiştireceği zaten aşikar. Enerji konusu dendiğinden ikinci nokta ise Türkiye.
Türkiye uzun zamandır enerji meselesinin odağında ve küresel bir vana olmaya çalışırken, doğu-batı ekseninde enerjinin stratejik yolu olmaya didiniyor. Yeni enerji başta Rusya ve Ortadoğu olmak üzere bölgenin tüm dengelerini alt-üst edebilir.
Ama bu aynı zamanda Ankara'nın planlarını da bozabilir. Bir istisna ile! Eğer o yeni enerji kaynağı Türkiye üzerinden ivmelenmezse!
Bu sorunun yanıtını da yine belki uzaylılardan almak gerekebilir! Çünkü büyük iddia şudur ki; şu an Türkiye'de bulunan ve bir Türk olan kadın bir fizik bilimci yeni enerji kaynağı konusunda "onlarla" konuşuyor! Açıklanacak mı? Evet. Ama biraz daha zaman gerekiyormuş!
Bu gerçekten mümkün mü? Bu tür konularda hep aynı yanıtı alacağımız kesin. İsten inanın ister inanmayın!



Tüm dünyayı korkutan kâhin!
09 Kasım 2008

Tüm gözler onun kehanetlerine çevrildi. Obama'dan sonra kehanetleri ün saldı. Peki dünyayı neler bekliyor?


ABD'ye 11 Eylül 2001'deki terör saldırısını 12 yıl öncesinden bilen Bulgar kâhin Vanga ölümünden iki yıl önce "Rusya bir gün dünyaya hâkim olacak" demişti.
11 Eylül saldırıları, Kursk faciası, ve Rusya’nın Gürcistan’ı işgal edeceğini bilen Baba Vanga Amerika’ya dair şu kehanetlerde bulundu:
“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.
Kuzey ve güney eyaletler arasında anlaşmazlık çıkacak. Endonezya karışacak. Tüm bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacak... Üçüncü Dünya Savaşı’nda ilk kez atom bombası kullanılacak.
BİRÇOK ŞEYİ BİLMİŞTİ
Hayattayken kehanetleri Bulgar hükümeti tarafından kaleme alınarak saklanan Baba Vanga’nın kehanetlerinin yüzde 80’i doğru çıktı. 1989’da Rus televizyonuna “İki çelik kuş kulelere çarpacak gökyüzü aydınlanacak, (11 Eylül saldırıları) Kursk (2000 yılında 118 Rus askerine mezar olan denizaltının adı) su altında kalacak bütün dünya arkasından ağlayacak, dedi. Kahin 1994 yılında da ” Vladimir’in zaferi dünyada herşeyi eritecek. (Gürcistan savaşı). İklimler değişecek (küresel ısınma). Rusya ayakta kalacak ve dünyaya hakim olacak” demişti.
BUNDAN SONRAKİ YILLAR İÇİN KEHANETLERİ
2008 - 4 ülkenin 4 devlet başkanına suikast girişiminde bulunulacak. Bu 3. Dünya Savaşı'nın başlama sebeplerinden biri olacak.
2010 - 3. Dünya Savaşı Kasım 2010'da başlayacak ve 2014'e kadar sürecek.
2011 - Radyoaktif dalgaların yoğunlaşması nedeniyle hayvan ve bitkiler yok olma noktasına gelecek. Müslüman ülkeler kimyasal savaşla Avrupalıları yok edecek.
2014 - İnsanlığın yarısı kanserle boğuşacak.
2016 -Avrupa'nın nüfusu azalacak
2018 - Dünyanın yeni hakimi Çin olacak. Çin ekonomik olarak güçlenecek.
2043 - Müslüman bir devlet yeniden Avrupa'nın tek hükümdarı olacak.
2046 - Tedavi edilmeyecek organ kalmayacak. Hastalıklı organın yerine yenisi yapılacak.
2076 - Bütün dünyada "sınıfsız" komünizm sistemi yerleşecek.
2088 - Bütün hastalıklar bir kaç saniyede tedavi edilecek.
2097 - Çabuk yaşlanmanın önüne geçilecek.
2167 - Yeni bir din
2304 - Ay'ın sırrı, gizemi çözülecek.
3797 - End of the world - Dünyanın sonu... Başka bir gezegende insan yapımı yeni bir hayat başlayacak.

2 Eylül 2008 Salı

Emmanuel Todd - İmparatorluktan Sonra


Sevgili Fikir Yongacıları,

17 Mayıs Cumartesi günü Emmanuel Todd’un İmparatorluktan Sonra adlı kitabını işlemek üzere 14.30’da toplanacağız.

Önermeler:

1 – 11 Eylül saldırısı sonrasında Amerika’nin (Amerikalıların) kafa yapısı belli oldu. Joseph Nye’nin Soft Power adlı yapıtında yazdığı şeyin gerçek olduğunu kavradık. Amerika sadece silahının gücüyle yönetmiyor, değerleri, kurumları ve kültürüyle dünyaya egemen oluyordu. Kısacası bizim Amerika’nın gönüllü köleleri olduğumuz ortaya çıkmıştır.

Soft Power - Fighting terror and extremism is not just a question of military action and law enforcement. Culture, ideas and non-military policies — often referred to as soft power — are just as important. And it is in this area that other countries — especially in Europe — can complement U.S. strengths. Joseph Nye, author of "Soft Power," outlines how in this excerpt.


2 – Amerikan dış siyasetini yönlendiren gizemli etken onun sahip olduğu aşırı güç değil, içine düştüğü zafiyettir. Amerika’nın baştan aşağı yanlışlarla dolu, saldırganlık üzerine kurulmuş stratejisi, tek güç şımarık tavırları ancak bu yetersizlik korkusuyla açıklanabilir.

3 – Eğitim düzeyini artırıp nüfusunun gelişimini sağlamış ve demokrasisini kurmuş ülkeler, Amerika olmadan da yaşayabileceklerini görmeye başlamışken ABD diğer ülkeler olmadan yaşayamayacağını anlamıştı.

4 - Demokrasi zayıf olduğu ülkelerde giderek güçlenmekte, güçlü olduğu ülkelerde ise zayıflamaktadır.

NOT: G: Monbiot yaz sonrası listemizde duruyor. Burada kısaca değiniyorum:
İki hafta önce, the Telegraph, benimsenmesi halinde yeni bir terörist saldırıyı engelleyeceğini öne sürdüğü, "Britanya kimliğinin 10 temel değerinin" listesini yayımladı. (6) Bunlar bağrımıza basmayı tercih edeceğimiz değerler değildi, ama "kimliğimizin tartışılmaz bileşenleriydi". Bunların arasında, "kraliyetin parlamentodaki egemenliği" ("Lordlar, Avam ve kraliyet bu topraklardaki en üst yetkeyi oluşturur"), "özel mülkiyet", "aile", "tarih" ("Britanyalı çocuklar ... bir dizi muazzam ulusal başarıyı miras alırlar") ve "İngilizce'nin konuşulduğu dünya" ("11 Eylül 2001'deki acımasız saldırılar yabancı bir ülkeye karşı değil, anglodünyaya karşı düzenlenmiştir") yer alıyordu. Bu tartışılmaz talepler teröristlerinkinden o kadar da farklı değil. Ebedi bir halife yerine ebedi bir monarşi. İslami bir tarih görüşü yerine Eton usulü bir tarih görüşü. Ümmet yerine, anglodünya.


5 – Evrensel terörizim kavramı sadece, sürekli savaş halinde olacak bir Eski Dünya’ya gereksinimi olan Amerika Birleşik Devletleri’nin işine yaramaktadır.

6 – Toplumların belli bir modernleşme sürecinden sonra barışı sağladığı ve erktekelci olmayan, çoğunluğun kabullendiği bir yönetim şekli oturtmayı başardıkları görülmektedir.

7 – ABD’den, yeniden diğer ülkelerden farksız liberal ve demokratik bir ülke olması, askeri kadrolarını azaltması ve dünyada barışın sağlanmasına katkılarından dolayı kendisine minnettar olan dış dünyanın takdirini toplayarak hak ettiği emekliliği alması istenecektir.

8 - İmparatorluk Boyutu: ABD İmparatorluğu! Atina’ya mı, Roma’ya mı benziyor?

9 – Hiç kuşkusuz ABD ilk zamanlarda dünyanın büyük bir bölümüne barış ve refah getirme iddiasında tamamen haklıydı.

10- Rakamlar (Sayfa.74) bize büyük ya da küçük servetlerin üretimle değil, dış dünya üzerinde kurulan siyasi egemenliğin sonucunda elde edildiğini anlatmaktadır.

11- Evrensellikten uzaklaşma: Amerikalılar, bazı yabancıları kendilerinin benzeri ve eşiti, bazılarını da kendilerinden farklı ve aşağı görüyorlar. Avrupa ne kadar evrensel?

------------------------------------


*

Emmanuel Todd: Kouchner's "Military-Without-Borders" Marianne2 Interview
Monday 17 September 2007

Emmanuel Todd, along with Youssef Courbage, has just published a book, "Le rendez-vous des civilisations"(1), which debunks the thesis of the clash of civilizations. For these two demographers, the rise in radical Islam is only one among many signs of the modernization of the Muslim world, the demographic aspect of which, moreover, is the most striking. The societies of the Muslim world have entered a demographic transition that sees men's literacy progress, then women's, before the number of children per woman approaches the level in the West. According to the authors, all that evokes a rise in individualism in societies. Demographic analysis consequently leads them to reject the idea of a difference in nature between formerly Christian and Muslim societies.
Marianne2: What is one to think of Bernard Kouchner's jackbooted statement about Iran?


Emmanuel Todd: His intervention reanimates a personal question that dates back to the war in Iraq when he already pronounced himself in favor of the American intervention: What can the psychology of a doctor who demonstrates a stable preference for war be? We go too quickly from Doctors-of-the-World to "Military-Without-Borders."
More seriously, Bernard Kouchner has only rather clumsily expressed the Sarkozy position, which, in fact, is the Washington position. Before the presidential election, I had suggested that the Americans would wait for Nicolas Sarkozy's election to attack Iran.
The Quai d'Orsay proposes another reading of that statement: It's not, in fact, about threatening Iran, but about showing its present leaders the economic cost of their refusal to obey the international community's recommendations.
They can say what they want, but the word war has been pronounced and the Quai d'Orsay will teach other news through the press.
Iran worries some observers more than Iraq did before the American intervention.
The question of Iran presents itself in the form of a stream of images and facts difficult to interpret as seen from France. There are the absurd statements of President Ahmadinejad, images of women covered in black and the ambient Islamophobia. All that masks the deep reality of Iran: a society in the midst of rapid cultural development, in which there are more women than men enrolled in university, a country in which the demographic revolution has reduced the number of children per woman to two, as in France or the United States. Iran is in the process of giving birth to a pluralistic democracy. It's a country where, certainly, not everyone can stand for election, but where people vote regularly and where swings in opinion and majority are frequent. Like France, England and the United States, Iran has lived through a revolution that is stabilizing itself and where a democratic temperament is blossoming.
All that must be related to a religious matrix in which the Shiite variation of Islam values interpretation, debate and, ultimately, revolt.
For a simple Western observer, the similarity between Shiism and Protestantism is not particularly obvious.
It would be ridiculous to push this comparison to the extreme. But it is clear that - just as Protestantism was an accelerator of progress in European history and Catholicism was a break - Shiism today brings a positive contribution to development, notably in the domain of birth control: Azerbaijan, certainly post-Communist, but also Shiite, has a 1.7 fertility rate, while the Shiite Alawite regions of Syria have completed their demographic transition, unlike the majority-Sunni regions. In Lebanon, the Shiite community, Hezbollah's social base, was behind on the educational and social levels, but is in the process of catching up with the other communities, as one sees in the development of fertility rates.
Iran is also a very big nation that demonstrates a realistic awareness of its strategic interest in a region where most of its neighbors possess the nuclear weapon: Pakistan, (and, via the presence of the American Army) Iraq and Afghanistan, Israel. In that context, the reasonable European attitude would be to accompany Iran in its liberal and democratic transition and to understand its security preoccupations.
In your book, you make the altogether surprising hypothesis of a possible secularization of Muslim societies.
To the extent that within the Catholic, Protestant, Orthodox and Buddhist worlds, the drop in fertility has always been preceded by a weakening of religious practice, one must wonder whether the Muslim countries in which the number of children per woman is equal to or less than two are not also in the process of experiencing, unknown to us - and perhaps also unknown to their leaders - a process of secularization. That's the case of Iran.
Why have the Americans and Sarkozy adopted this strategy of confrontation with Iran?
The American diplomatic services are perfectly up-to-date with respect to the Iranian reality, the rise in democracy and the country's modernization. But they want to destroy a regional power that threatens their control of the oil region. It's pure cynicism exploiting the present lack of understanding of the Muslim world. In the case of Sarkozy, I would lean more towards the idea of incompetence or sincere ignorance that nonetheless leads him to initiate a foreign policy contrary to France's moral values and interests. Possible French economic sanctions against Iran will make the Americans - who no longer have interests in that country - laugh and make the Germans - who, like us, have many interests, but seem more realistic for the moment - smile.
(1) "Le rendez-vous des civilisations," Emmanuel Todd and Youssef Courbage, Le Seuil, 2007.


For Todd, No "Clash," but a "Rendezvous of Civilizations" By Le Yéti Rue89
Wednesday 19 September 2007
In 1976, when he was 25 years old, he predicted the dissolution of the Soviet Union ("La Chute finale" ["The Final Fall: An Essay on the Decomposition of the Soviet Sphere"]). Before he demurred, the paternity for the discovery of the "social fracture" in 1994 was attributed to him, following a study conducted for the Fondation Saint-Simon.
In 2002, he settled the fate of the United States ("Après l'empire" ["After the Empire: The Breakdown of the American Order"]) and in 2006, he waged war against the "empty candidates" he considered Nicolas Sarkozy and Ségolène Royal to be. For this season, demographer/anthropologist Emmanuel Todd, grandson of the writer Paul Nizan, authors with sidekick Youssef Courbage, also a demographer, an essay that debunks the so-frequently-heralded "clash of civilizations." And demonstrates that we could be on our way to a convergence of the same. With a few punishing ignition failures, it is true.
The authors establish a correlation between two essential factors of human development that very frequently precede revolutions.
First of all, literacy, almost infallibly accompanied by an ebb of religious believers. Men's literacy generally precedes that of women, with a time lapse that differs between communities. Second, the reduction in fertility rates that arises almost naturally from the phenomenon of literacy and precipitates the decline of fundamentally natalist religions. These factors are obviously not the only ones at work.
A number of other parameters must be considered: the type of familial organization, the stranglehold of the religious order, demographic pressure.... As for economic takeoff, eternally advanced by Western societies to explain humanity's progress, it is much more a consequence of literacy than its main cause.
The phenomenon affects all human societies at different eras. In France, the 1789 Revolution punctuated the Enlightenment, but the fertility rate began to drop twenty years before those "events." In Russia, the literacy rate for men crossed the 50 percent threshold around 1900, or seventeen years before the Revolution. It took until 1942 for China to achieve the same level (victory of the Maoist People's Liberation Army in 1949). In Iran, adult male literacy (for at least 50 percent) occurred in 1964, that of women in 1981, with a fall in fertility as of 1985 (Khomeini arrived in power in 1979).
We note that revolutions are not solely liberating! The phenomena of transition induced by the modernization that the increase in literacy represents often entail reactions of rejection by a social body sandbagged by its traditions.
The history of our Old Europe is marked by violence, from the Protestant Reformation to the Second World War. Communism, a "substitution faith," prospered on the ruins of religious beliefs in Russia (Orthodox Christianity) and in China (Buddhism). In Muslim countries, the undermining of paternal authority, when the father is the central and significantly protective figure after God of the Muslim family, exacerbates and radicalizes tension. "Fundamentalism is but a transitory aspect of the shake-up in religious belief, the new fragility of which induces re-affirmative behaviors," note Courbage and Todd.
This need for religious re-affirmation strikes even those who have the most reason to be assailed by doubt: scientists, savants, philosophers.... Descartes and Pascal in their time; the engineer bin Ladin today.
Of course, one would like to think that growing literacy of populations inevitably leads to a happy convergence of civilizations in the long run. The suppositious and inevitable "clash of civilizations" that some advance acts above all as a decoy to hide the pitiless economic war based on control of energy resources that the Western bloc and the nations of the South are conducting against one another. For it's at this level that the shoe of optimism pinches. And someone like Kouchner may, still just recently, announce that we must prepare ourselves for the worst, even a "war" against Iran, without setting off anything but a few isolated and tired expressions of indignation.
One should not underestimate the unbelievable and hypnotic self-destructive capacity of human societies, their insatiable and blind appetite for power. Nor their inability to accept their human condition as ephemeral and imperfect beings, to vanquish their own demons, to jam the gears of the catastrophes that they themselves have provoked.
How to explain that, having reached an unequaled summit of material comfort and technical modernity as we have, the suicide rate of our so-very-rich societies is so elevated? With over 10,000 deaths in France, suicide kills more people than traffic accidents. Courbage and Todd cite sociologist Émile Durkheim who, in "Suicide," already pointed out man's "propensity to self-destruct in anticipation of reciprocal murder on a Continental scale during the First World War."
A happy or unfortunate Rendezvous? Or something in between? And when? We shall undoubtedly find out very soon.
(1) "Le Rendez-vous des civilisations" by Emmanuel Todd and Youssef Courbage - Le Seuil / La République des idées.
Translation: Truthout French language editor
Leslie Thatcher.
-------
Jump to today's Truthout Features:
Formun Üstü

Formun Altı
(In accordance with Title 17 U.S.C. Section 107, this material is distributed without profit to those who have expressed a prior interest in receiving the included information for research and educational purposes. t r u t h o u t has no affiliation whatsoever with the originator of this article nor is t r u t h o u t endorsed or sponsored by the originator.)
"Go to Original" links are provided as a convenience to our readers and allow for verification of authenticity. However, as originating pages are often updated by their originating host sites, the versions posted on TO may not match the versions our readers view when clicking the "Go to Original" links.
-------------------------------------------