2 Eylül 2008 Salı

Fuat Sezgin - Batı Uygarlığı İslam Medeniyetinin Çocuğudur




Sevgili Fikir yongacılar,

26 nisan cumartesi günü 14.30’da toplanacağız.
12 Nisan tarihinde Batı medeniyetinin Doğulu kökenlerini J. Hobson’un aynı başlıklı kitabını baz alarak işledik. Önümüzdeki cumartesi günü aynı konuya bir başka açıdan yaklaşacağız. Bu defa büyük bilgin Fuat Sezgin’in 11 ciltlik büyük eserini baz alacağız. Elimizde kitap yok. Bu nedenle aşağıdaki metni kullanacağız. Zaman artarsa Hobson’un kitabında geçen sefer zaman darlığından ele alamadığımız son bölüme de göz atabiliriz.

10 Mayıs Cumartesi günü Emmanuel Todd’un İmparatorluktan Sonra adlı kitabını inceleyeceğiz.
Yazar: Emmanuel Todd Marka: DOST KİTABEVİ
Gelecekte Amerika' nın dünyadaki yeri ne olacak? Todd' a göre bir Amerikan İmparatorluğu olmayacak. Çünkü dünya o kadar geniş, o kadar çeşitli ve dinamik ki bir tek gücün hakimiyeti düşünülemez. Dünyamızı her geçen gün değiştiren nüfussal, kültürel, sınai, parasal, ideolojik ve askeri güçler incelendiğinde Amerika'nın yerinin pek de sağlam olmadığı anlaşılıyor. Todd bu kitapta bir zamanların tartışılamaz süper gücünün yakın gelecekte kaçınılmaz olarak nasıl düşüşe geçeceğini çok disiplinli bir yaklaşımla belirliyor.


NOT: 24 mayıs cumartesi günü eğer kaynaklar elverirse Andrew Keen’in The cult of amateur adlı eserinin ışığında İnternet devrimini büyüteç altına alacağız.

26 Nisan Cumartesi
Büyük bilim adamı Fuat Sezgin’in 11 ciltlik eserine küçük bir giriş: ''Batı uygarlığı, İslam medeniyetinin çocuğudur''

İlimler tarihi konusunda dünyanın sayılı isimlerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin Almanya'da görev yapıyor. Modern dünyanın temelini İslam alimlerinin attığını söyleyen Sezgin, geçtiğimiz günlerde Türkiye'deydi.

Almanya’daki Türk profesör Fuat Sezgin dünyanın en ünlü ilimler tarihi uzmanlarından. Hatta onun kitaplarını okuyan ABD"nin Colombia Üniversitesi"ndeki bir Arabist profesör, ülkesinde alanının bir numaralı ismi kabul ediliyor. Sezgin, halen Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Direktörü. Dünyada bu alandaki en önemli kaynak eser olan ve 12 cilde ulaşan İslam İlimleri Tarihi adlı kitabı Türkçe"ye çevrilmediği için ülkemizde bilinmiyor. Prof. Sezgin ile İstanbul’da, Ayasofya ile Sultanahmet arasında bir çay bahçesinde sohbet ettik. İki şaheser arasında Sezgin, Türkiye"nin hiç alışık olmadığı sözleri "bilimsel sonuçlar" diye anlattı.Sezgin, "Ben 60 yılımı verdim. Ama milletler için zaman bir insanın ömründen ibaret değil" dediği araştırmalarının neticesini, "Bugünkü Avrupa medeniyeti, İslam medeniyetinin muayyen şartlar içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka iktisadi ve jeopolitik şartlar altında ortaya çıkan devamından ibarettir. Ben Avrupa medeniyetini, bazı adetleri bir tarafa bırakılırsa yabancı bulmuyorum. Avrupa medeniyeti İslam medeniyetinin bir çocuğu. Bu çocuğu düşman bulmamak, onu sevmek, o çocuğun geliştirdiği bazı şeyleri görmek, müspetse almak ve onlara dayanarak yeni hamleler yapmak lazım" şeklinde açıklıyor.Prof. Fuat Sezgin, 1942 senesinde İstanbul Üniversitesi"nde Arap filolojisi eğitimi almaya başladığında dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oryantalisti kabul edilen Alman Hellmut Ritter’in öğrencisi olmuş. Hocasından Müslümanlarda da büyük matematikçiler olduğunu ve Avrupa’nın en büyük alimleri seviyesinde bilimadamı olduklarını işitip, isimlerini de duyunca çok şaşırmış: "Dehşete düştüm. Çünkü ilkokulda, lisede öğrendiğimiz şeyler tamamıyla buna aykırıydı. Modern dünyanın gelişimine İslam dünyasının katkısını sıfır diye biliyorduk. Ritter’in sözleri İslam ilimleri tarihini öğrenmem için kırbaç rolü oynadı. Bütün dünyayı terk ederek gece gündüz bunun için çalıştım."1942’de Almanlar Bulgaristan’ı işgal edince Türkiye"yi de istila edecekleri korkusuyla nisan ayında okullar, üniversiteler tatile girmiş. Ritter’den "Arapça öğren" uyarısını alan Sezgin bu durumu fırsat bilip 6 ay eve kapanmış ve günde 17 saat çalışarak babasından kalan 30 ciltlik Taberi Tefsiri’ni okumuş. Başlangıçta anlamayıp Kur’an tercümeleriyle karşılaştırsa da 6. ayın sonunda Arapça’yı Türkçe gibi okur ve anlar hale gelir. Çalışmaya sadece yakındaki camide ezan okununca mola vermekteymiş. Kendisi de 33 dil bilen Ritter’den diğer profesörlerin önünde "Hayatımda bir dili bu kadar hızlı ilerleten kişi görmedim" övgüsünü almış. Bugün Süryanice, Arapça, Farsça, Latince ve İbranice gibi araştırdığı bilim dalındaki eserlerin orijinallerini okuyabilen Sezgin övünmek olur diye bu konudan söz etmese de yakınları onun 27 dili çok iyi bildiğini söylüyor. Sezgin’in anlattıklarına göre dünya bilimler tarihi yeniden yazılmalı. Çünkü yanlış yazılmış. Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs"te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal etmişler. Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Halbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait. Müslümanlar dünya sahnesine çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9 ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor. Portekizlilere mal edilen modern denizcilik bilimi için Sezgin, "Yüzde yüz İslam bilginlerine ait. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Modern denizcilik İslam dünyasının bir malı. İslam dünyasının bir başarısı" diyor ve şunları anlatıyor:"Pusulayı iptidai bir cisim olarak Çinlilerden öğrenip aldılar. Denizcilik biliminin iki temel prensibi vardır: Biri engin denizde büyük mesafeleri ölçebilmek. İkincisi bulunduğunuz noktayı tespit edebilmek. Bu ikisi Avrupa"da ancak 20. yüzyılın ilk yarısında mümkün olabildi. Müslümanlar 15. yüzyılda denizcilik ilminin bu iki temelini kurmuşlardı. Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi 20 ila 30 kilometre bir hata ile ölçebilmişlerdi. Bunun da ötesinde çok mühim olan bu ölçüler sayesinde Müslümanlar enlem boylam derecelerini gösteren ve bunlara dayanan dünyanın ilk haritalarını çizdiler. Bugün küçük tashihler dışında bu ölçüm ve haritaların doğru olduğunu görüyoruz. Onlar kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da ekvatora paralel ölçüleri yapabiliyorlardı. Avrupalılar Müslümanlardan ilk iki ölçümü öğrendi. Ancak trigonometri bilgileri yeterli olmadığı için ekvatora paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını bir türlü anlayamadılar. Portekizliler esasında hiçbir şeyi keşfetmediler. İslam haritaları 15. asrın başlarında onlara ulaşmıştı. Bunu kendi tarih kitaplarından çıkarıyoruz. Hint Okyanusu kıyılarında çok miktarda altın, halı ve baharat olduğunu biliyorlardı. Baharat etlerin kokmamasını sağladığından Avrupa için mühimdi. Hint Okyanusu"na denizden ulaşmaya çalışıyorlardı. Ama Portekizlilerden evvel bu yol Müslümanlar tarafından kullanılıyordu. Portekizlilerin modern denizcilik biliminin kurucusu olduğu bilgisinin yanlışlığını ispat ettim. Onu İslam İlimleri Tarihi"nin 11. cildinde bulabilirsiniz. Müslümanlar Afrika"nın güneyindeki yolu kullanarak 9. yüzyılda Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu 15. asırda Müslümanların elinde bir İslam gölü gibiydi. Hindistan ve Java, Müslümanların elindeydi. Ummanlı denizciler İbn-i Macit ve Süleyman el Mehri 15. asrın matematikten astronomiye her ilmi bilen filozof iki denizcisiydi."


147"lerden biri olarak üniversiteden atıldı


Fuat Sezgin, İstanbul Üniversitesi Arap Edebiyatı bölümünde öğretim üyesi olmasına karşın İslam ilimlerinin tarihini yazmayı kafasına koymuştu. Kitabıyla ilgili malzemeleri topluyordu. Ancak 1960"ta 27 Mayıs askeri darbesinde 147"likler listesine girerek üniversiteden atıldı. Sezgin o günü şöyle anlatıyor: "Evimden çıktım. Baktım bir çocuk diyor ki; "Yazıyor yazıyor, 147 profesörün üniversiteden çıkarıldığını yazıyor". Gazeteyi aldım elime. Baktım benim de ismim var. Enstitü yerine Süleymaniye Kütüphanesi"ne gittim. O gün artık Türkiye"de yaşayamayacağıma inandım. Birkaç Amerikan ve Alman üniversitesine yazdım. İki ay sonra bana iki Amerikan üniversitesinden ve Frankfurt'tan davet geldi. Daha kitabın malzemelerini tamamlayamamıştım. Türkiye"den uzaklaşmayayım, sık sık Türkiye"ye gelmek zorunda kalırım diye Frankfurt"u tercih ettim."Frankfurt"a gittiğinde Avrupalıların beynelmilel bir komite tarafından İslam ilimleri tarihiyle ilgili bir kitap yazma çabasıyla karşılaşmış. Buna karar veren komite 1967 senesinde Sezgin"in ilk kitabı çıkınca kendini lağvetmiş. Sezgin ilk cildin hikayesi için şunları söylüyor: "Komitede bir Müslüman veya bir Türk bu kitabı yazamaz. Kitabı gülünç olur diye konuşmuşlar. 1967 yılında kitabımın ilk cildi çıktı. Ondan sonra bir toplantı daha yapmışlar. Ve artık "Bizim devam etmemize lüzum yok" diyerek komisyonu lağvettiler. Bana UNESCO yardımını da vermediler. Alman Araştırma Kurumu ilk cilt çıktıktan sonra gezilerimi finanse etti ve bana asistanlar verdi. O sırada Türkiye"de bulunan hocam Hellmut Ritter, "Böyle bir kitap ne daha önce yazıldı ne de bundan sonra bu mükemmellikte yazılabilir" diye bana yazdı. Ben de mesut ve hür olarak yoluma devam ettim. Bugün 12 cilde ulaşan kitabımın çıkışıyla hayatımda şu saadeti hissettim: İslam ilimleri araştırmalarının sınırı, dairesi çok genişledi. Orada birçok yeni problemi veriyorum ve kendime dair yeni şeyler var. Aynı zamanda kitapta mevcut oryantalistlerin bilgilerini de münakaşa ediyorum." Prof. Dr. Fuat Sezgin, bugünkü Avrupa medeniyet ve biliminin bilinenin aksine Yunan medeniyeti olmayıp İslam medeniyeti olduğunu söylüyor: "16. yüzyılın sonlarında İslam bilim ve medeniyeti duraklama içine girmeseydi insanlık 20. asırda yakaladığı bilimsel seviyeye 2 yüzyıl önce ulaşırdı. İnsanlık nükleer enerjiyle de 200 yıl önce tanışırdı. Ama atomun daha erken icadı insanlık için iyi mi olurdu kötü mü olurdu bilemem."Frankfurt"taki enstitüsünde İslam bilginlerinin eserlerinden okuyarak yeniden yaptırdığı 800 icadı teşhir eden Sezgin"e göre bunlar kitaplarda yer alan icatların yüzde biri bile değil. Arap ülkeleri memleketlerini tanıtan bir açılışta bu 800 eseri sergilemek için Sezgin ile temasa geçti. Yine İslam ülkeleri dışişleri bakanları toplandığında Türk Dışişleri'nin davetlisi olarak İslam ilimleri tarihini anlatması için davet aldı. Bu ayın başında Almanya'da açılan bir Haçlı seferleri sergisinde, Sezgin"in müzesindeki, haçlı seferleri sırasında Batılıların Müslümanlardan öğrendikleri buluşlarla ilgili 60 eser sergilendi. Sergiye katılanlar, atalarının savaş için gittikleri Müslümanlardan buluşlarını alarak döndüklerini öğrenince çok şaşırmış. Sezgin de, sergiye katılan yüksek düzeydeki din adamlarını müzesine davet etmiş.Fuat Sezgin, Avrupa Birliği"nin Türkiye"yi üyeliğe kabul etme ihtimalini zayıf buluyor. En son yazdığı 5 ciltlik İslam ilimleriyle ilgili kronolojik buluş indekslerinin de yer aldığı kitabı Alman cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanına göndermiş. Üçü de kitapların içeriğiyle ilgili övücü sözler etmiş. Başbakan Schröder, "Bu iki kültür dünyasını birbirinden ayıran zümrelerin karşısında mücadele edebilmemiz için bize en büyük desteği verdiniz" diye cevap yazmış. Sezgin, "Avrupalılar medeniyetlerini ve bilimlerini İslam bilginlerine borçlu olduklarının farkında değil. Evvela İslam dünyasını bilmiyorlar. Biz tanıtamadık. Üstelik de terör hareketleriyle ve din adamlarının zayıf davranışlarıyla yanlış tanıttık" diye konuşuyor.


Sezgin, İslam bilginlerinin Bilimsel buluşlarına dair şu örnekleri veriyor:


Sinüs: Arapça"daki cib terimi, Latinceye cep manasına gelen sinüs olarak tercüme edildi.


Kimya: Cabir Bin Hayyan, kantitatif ve kalitatif prensiplere dayanan bir bilim olarak kimyayı kurdu. Batı, Hayyan"ın kurduğu seviyeye 900 ila bin sene sonra ulaştı. Cabir aynı zamanda bütün insani duyguların matematiksel olarak ölçülebileceğine inanıyor, bunu da ilmü"l mizan olarak adlandırıyordu.


İlk rasathane: Bugünkü anlamıyla ilk uzay gözlemevi Halife Me"mun zamanında (Miladi 9. asırda) Bağdat ve Şam"da birer adet olmak üzere kuruldu.


Ekvatorun uzunluğu: Yine Halife Me"mun zamanında ekvatorun uzunluğu ilk defa bugün de bildiğimiz şekliyle 40 bin kilometre olarak ölçüldü.


İlk dünya haritası:

Halife Me"mun döneminde 70 bilginden oluşan bir heyet Batlamyos"unkinden farkı olmayan enlem ve boylamları, karaları ve denizlere doğru bir dünya haritası çizdi.


Matematik: 950 yılında Ebu Cafer el Hazin adlı matematikçi ve astronom parabol konstrüksiyonu kullanmak suretiyle üçüncü dereceden bir denklemi çözdü. 11. asrın ilk yarısında İbnü"l Heytem bir optik problemini dördüncü dereceden bir denklemle çözdü. Küçük bir yanlışlıkla Latinceye de çevrilen problem Avrupalıları "Problema Alhazeni" adı altında 13. asırdan 19. asra kadar uğraştırdı. Avrupalılar İbnü"l Heytem"in çözümünü ancak 19. yüzyılda kavrayabildi. 11. asrın sonlarında Ömer Hayyam"ın üçüncü dereceden denklemleri sisteme bağlayan kitabının benzeri, Avrupa"da 17. asırda Rene Descartes, Frans Van Schoooten ve Edmund Halley tarafından yazılabildi. Avrupalı matematik tarihçisi Johannes Tropfke, Descartes"lerin yeni bulduklarını zannettikleri konuları Hayyam"ın çok önceden yazdığını, aradan geçen zamanda Avrupalılar"ın boşuna çaba gösterdiğini yazdı.


Astronomi: 9. asırda Güneş'le Dünya'nın yıllık en uzak mesafesinin sabit olmayıp değişken olduğunu fark eden Müslümanlar yörüngedeki ilerlemenin 12.09 saniye olduğunu saptadı. Günümüzde bu değer 11.46 saniye olarak biliniyor. Avrupa"da Jahonn Kepler, 17. yüzyılda henüz Müslümanların kitaplarında gördüğü bu sonuca nasıl ulaştıklarını anlayabilmek için çağdaşı bilimadamlarıyla yazışıyordu. Tahran"daki rasathanede 10 asırda tespit edilen Dünya'nın ekseninin sürekli azaldığı bilgisine Avrupalılar ancak 19. asırda gök mekaniği bilimiyle ulaşabildi. İslam astronomi bilginlerinin kitaplarının tercümesinin Kopernik"e ulaştığını bugünkü nesiller bundan henüz yarım asır önce öğrenebildi.


Trigonometri: 15. asırda yaşayan Alman Johannes Regiomontanus"un adını taşıyan trigonometri ilminin kurucusunun, 13. asırda yaşayan Nasirüddin et Tusi olduğunu yine Alman matematik tarihçisi Anton von Braunmühl ortaya çıkardı.


Coğrafya: El Biruni 11. asırda dünyanın enlem ve boylam derecelerini 6 ile 40 dakika arasında değişen küçük yanlışlıklarla hesapladı. Bu küçük yanlışlıklar ancak 20. asırda düzeltilebildi. Engin denizlerde koordinat hesaplama yöntemini Müslümanlar 15. asırda yapabilirken Batı bunu 20. asırda öğrenebildi.


Tıp: 11. asırda Tunuslu bir tacir olarak İtalya"ya giden, sonradan Constantinus Africanus adını alan kişi, Monte Cassino manastırına kapandı. Bu zat Tunus"a gidip 3 yıl sonra İslam bilginlerine ait 25 tıp kitabıyla Salerno"ya dönmüştü. Monte Cassino Manastırına kapandıktan sonra kitapları Latinceye tercüme ettirdi. O kitaplar ya kendi veya eski Yunan otoritelerinin adıyla yayınlandı. İtalya, İslam medeniyeti ve biliminin Avrupa"ya aktarılmasında bir istasyon görevi gördü.


Leonardo"nun resimleri: Meşhur Leonardo da Vinci"nin resimlerini çizdiği aletler ve matematik hesapları, İslam alimlerinin buluşuydu. Da Vinci, bu bilgileri kullanarak devrine göre inanılmaz kabul edilen resimlerini çizebildi. Halbuki Leonardo"nun İslam bilginlerinin buluş ve bilgilerini kullandığı kabul edilse resimlerinin çözülemeyen sırları aydınlanmış olacak.
*
Müslümanlar duraklamasaydı atom 2 yüzyıl önce parçalanırdı
27/1/2006
Alman Goethe Üniversitesi’ndeki bir Türk profesörün Müslüman bilim adamlarının icatlarını tanıttığı müze Batılıları hayrete düşürüyor. Goethe Üniversitesi Arap–İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin, Almanya’da 2 Nisan’da açılan ‘Haçlı Seferleri’ sergisinde bile bu icatları teşhir etmeyi başardı. Sergiyi gezen eyaletin önde gelenleri gördükleri Müslüman icadı aletlere inanamayınca, sergiye 60 icadı gönderen Sezgin’i aradı. Sezgin, eyalet yöneticileri ve din adamlarını 800 eserlik müzeyi gezmeleri için üniversiteye davet etti. Dünyada ilk defa bir Haçlı Sergisi’nde yer alan Müslüman bilim adamlarının icatları Almanya’nın önde gelenlerini Sezgin’in deyimiyle ‘hayrete ve dehşete’ düşürdü. “Bugünkü Batı medeniyeti ve bilimi İslam bilim ve medeniyetinin çocuğudur.” diyen Prof. Dr. Sezgin’e göre, Müslüman bilim adamları duraksamasaydı atom iki yüzyıl önce parçalanabilecekti. Türkiye Bilimler Akademisi’nin davetlisi olarak bugün İstanbul’da konferans verecek olan Prof. Sezgin, ZAMAN’a değerlendirmelerde bulundu. Sezgin, 9 ile 16. yüzyıllar arasında yaşamış Müslüman ilim adamlarının kitaplarından hazırladığı 800 civarında keşfi gösteren aletin, o dönemde İslam dünyasındaki keşiflerin yüzde biri bile olmadığına dikkat çekti. Sezgin, “Modern anlamıyla birçok bilim dalının kuruluşu ve kökeni Müslümanlara dayanıyor. Bugünkü Batı medeniyeti İslam medeniyetinin çocuğudur, devamıdır. Ancak bugün bunu ne Batılılar ne de Müslüman dünyası biliyor.” dedi. Başında bulunduğu Goethe Üniversitesi’ndeki enstitüde yaptıkları araştırmalara dayanan Prof. Fuat Sezgin, metematik, tıp, astronomide olduğu gibi Portekizlilere mal edilen modern denizcilik biliminin de kurucusunun Müslümanlar olduğunu söyledi. Sezgin’e göre 15. yüzyılda Müslümanlar denizde mesafe ölçebiliyordu. Enlem ve boylamlara bölünmüş haritayla okyanustaki yerlerini tayin edebiliyorlardı. Kuzey ile doğu, kuzey ile güney ve ekvatora paralel ölçümleri yapabiliyorlardı. İtalyanlar ve Portekizlilerin denizcilikteki pusula ve harita bilgilerini Müslümanlardan aldıklarının kesin olduğunu söyleyen Sezgin şu bilgileri verdi: “15. asırda Avrupa’da trigonometri hesapları o derece ileri değildi. Ekvatora paralel ölçümleri yapabilmek için ileri bir trigonometri bilgisine ihtiyaç var. Yaptığımız araştırmalar modern deniz biliminin kurucularının o dönemde Afrika kıyılarından gemilerle Çin’e ticaret için giderek bu bilgileri kullanan Müslümanlar olduğunu gösterdi. Bu bugüne kadar bilinmiyordu.” Sezgin, Ummanlı deniz bilimcileri İbn–i Macit ve Süleyman el–Mehri’nin kayıp kitaplarını bulup tercüme ederek bunu keşfettiklerini ve bunun Batı dünyasında da ilgiyle karşılandığını kaydetti. Sezgin, meşhur Müslüman bilim adamı Takiyeddin’in 1555’te yaptığı iki saati yeniden yaptırabilmek için 7 sene uğraşmış. Sezgin, “Arapçadan Almancaya tercüme edip, çizimlerini de kendim yapıp verdiğim bu iki saati yapabilecek profesörü 7 senede bulabildim. Bu zat da evvelce müthiş saatler yaptıktan sonra üniversiteye girmiş Alman bir profesördü.” diye konuştu. ‘Müslümanlar neden geri kaldı?’ Enstitü’deki sergiyi gezenlerin Avrupa’nın bilimde geri olduğu bir dönemde Müslümanların keşiflerini görünce dehşete düştüklerini, irkildiklerini kaydeden Sezgin, herkesin şu sorusuna muhatap olmuş: “Müslümanların bizden çok ileride olduklarına şüphemiz kalmadı. Ama nasıl oluyor da bu kadar ileri insanlar bugün bu kadar geri haldeler?” “Ben de 60 yıldır bu sorunun cevabını arıyorum.” diyen 79 yaşındaki Sezgin bu konuda şunları söylüyor: “Evvela, umumiyetle dinin veya dinin bir müessesesinin gerilemede mesul olduğuna inananlar var. Ben bunu tamamıyla reddediyorum. İslam dini sadece bu ilimleri hiçbir medeniyette tanımadığım bir şekilde geliştirdi ve zirveye çıkardı. Himaye etti. Tabii bu İslam dünyasında mutaassıplar yoktu manasında değil. Ama onlar hiç tesir icra edemediler. İslam dünyasındaki ilim sadece seküler (dünyevî) bir ilimdi. Din, ilimi teşvik ediyordu, asla baltalamıyordu. En büyük alimlerin doğal ilimler sahasındaki kitaplarını okuduğumuz zaman bakıyoruz bismillah ile başlıyor, elhamdülillah ile bitiyor. Modern bir bilim adamı nasıl çalışıyorsa onlar da öyle çalışıyorlardı. Bu şartlar altında Müslüman dünyada ilim büyük bir gelişme gösterdi. 16. yüzyılın sonlarına doğru İslam medeniyeti ve bilimi duraklamaya başladı.” Sezgin, İslam medeniyetinin ve biliminin durakladığı zamanlarda Müslümanlardan öğrendikleriyle Avrupalıların bilimde yeni bir hamle başlattıklarına dikkat çekti. Bir insanın tek başına çok şey yapabileceğini, Müslüman dünyasında da bu ruh ve bu insan tipinin bilim ve medeniyetin gelişmesinde öncü rol oynadığını belirten Sezgin’e göre bu duraklama olmasaydı atom iki asır önce parçalanacaktı: “Ferdiyetçilik, bir insan çok şey yapabilir düşüncesi ve ruhuyla Müslümanlar çok hızlı ilerledi, keşifler yaptı. Eğer Müslüman bilim adamları duraklamasalardı dünya 20. asırda ulaştığı bilimsel seviyeyi iki yüzyıl daha erken yakalardı. Örneğin atomun parçalanması ve nükleer enerjiyle insanlık iki yüzyıl önce tanışırdı.” Prof. Dr. Fuat Sezgin, Avrupa’nın İslam dünyasını yanlış tanıdığını vurgulayarak, “Terör onları korkutuyor. İslam din adamları ve münevverleri de zayıf. Ancak İslam bilim adamlarını tanıyanlar hayrete düşüyor.” diye konuştu.


*

Cabir bin HayyanMiladi 721-803 yılları arasında yaşamıştır.İslam medeniyetinin kimya alanındaki en ünlü ismi ve modern kimyanın kurucusudur. Tam adı Cabir bin Hayyan Abdullah el-Ezdi'dir. Ailesi hakkında çok az bilgi vardır. İslam dünyasında Sufi namıyla şöhret bulmasına mukabil, Avrupa'da Al-Geber ismiyle şöhret olmuştır. Doğum yerinin Kufe mi Tus mu olduğu tartışma konusudur. Kesin olmamakla birlikte babasının Horasan'da bulunduğu sıralarda Tus'ta doğduğu kabul edilir.Cabir bin Hayyan'ın aslen Türk olduğu da ifade edilmiştir. Hayatının önemli bir kısmını Küfe'de geciren Cabir, burada Cafer es-Sadıktan faydalanma imkanı bulmuş, ayrıca şehrin havası kimya araştırmalarına elverişli olduğu için bu şehirde oturmayı tercih etmiştir. Çalışmalarını bir süre de Bağdat'ta sürdüren Cabir bin Hayyan, Abbasi Halifesi Harun Reşid'in sarayında yaşamış ve Harran Üniversitesi baş müderrisliğine (rektör) atanmıştır. Bermekiler'in devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra tekrar Kufe'ye dönmüş ve burada Me'mun dönemine kadar araştırmalarına devam etmiştir.Cabir sahip olduğu bütün bilgileri "hikmetin kaynağı" diye nitelendirdiği İmam Ca'fer es-Sadık'tan aldığını söyler. Ayrıca hocaları arasında uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilen Harbi el-Himyeri'yi anar ve birçok ilmin yanı sıra Himyeri dilini de ondan öğrendiğini açıklar. Hocalarından bir diğeri ise Muaviye'nin torunu Halid b. Yezid'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahiptir. Bunlardan başka lakabı "Üzünü'l-himar el- Mantıkı" olan bir hocasından da söz eder. Kaynaklar onun yönetimin baskısından korktuğu için uzun süre bir yerde ikamet edemediğini ve sürekli seyahat etmek zorunda kaldığını yazar; kendisi de Irak ve Suriye'de bulunduğunu, Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır.Her ne kadar Cabir'in çalışmaları tıp, fizik, astronomi, matematik, felsefe ve dönemin diğer ilim alanlarına yayılmışsa da o birinci derecede bir kimyacı olarak kabul edilir. Onun kimya tarihindeki seçkin yerini ilk tesbit eden ve kimyayı sistemli bir deneysel bilim haline getirdiğini ilk gören E. J. Holmyard'dır. Bu araştırmacı, ilimler tarihinde Cabir'in yalnız kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilgini sıfatlarıyla da özel bir ye sahip olduğu görüşündedir. E. O. Lippmann ise Cabir'in kimya tarihindeki yerinin Boyle, Priestley ve Lavoisier gibi modern kimyanın kurucuları ile denk olduğunu söylemektedir. Fransız şarkiyat alimi Catdonne (1720-1783) onu dünyanın 12 büyük dahisinden biri olarak tanımlıyor.Gerçekten de Cabir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini tam olarak kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamıştır. Onun, "Bu kitapta duyduklarımızı bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik" şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi göstermektedir. Bu sebeple bütün Ortaçağ kimyacıları büyük ölçüde Cabir in tesirinde kalmışlar, Ebu Bekir Razi ve İbn-i Sina gibi filozof ve bilginler onu üstat olarak tanımış, Bacon ondan "üstatların üstadı" diye söz etmiştir.Cabir'in tabiat felsefesi, geleneksel küçük alem (insan) - büyük alem (kainat) anlayışına ve semavi güçlerin yeryüzündeki hadiselere tesiri fikrine dayanır. Ayrıca kainatın nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de kainattaki temel faktörün sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu teorinin onun biat felsefesindeki bir yansımasıdır.Kainatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Cabir'in eserlerinde de özel bir yeri vardır. Madenleri yalnızca oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınmış olması Cabir’in kimya çalışmalarının hareket noktasını teşkil eder. Cabir bin Hayyan bir çok talebe yetiştirmiş ve yapmış olduğu ilmi tecrübeleri en ince ayrıntısına kadar izah etmiştir. Ulaştığı sonuçları hassasiyet ve dikkatle yorumlayan Cabir, bazı mühim kimyasalların terkibini tespit edip açıklamıştır. Deneylerde kullanılan aletlerin imalini ve kullanılışlarını izah etmek ve Kimya ilminde kullanılan hassas ölçüm aletlerini yapımınıda zikretmeliyiz.-Kristalleşme, damıtma, kalsinasyon, sublimasyon gibi kimyevi teknikleri kimya ilmine kazandırdı. -Sülfürik ve nitrik asitler gibi birçok asitler ile sodyum karbonat ve potasyumu buldu. -Zehir ve zehirli maddelerin yapılarını inceledi. Bu konuda Kitab-üs-Sümum adlı eseri yazdı. -Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nasıl boyanacağını ve nasıl dabağlanacağını ortaya koydu. -Ateşte yanmayan kağıt imalini gerçekleştirdi. -Damıtma işlemini sistematik ve kolay bir hale getiren İmbik onun buluşudur.-Çeşitli metallerin kullanılır hale getirilmesi, çeliğin geliştirilmesi, su geçirmez kumaşların verniklenmesi, cam imalinde mangan dört oksidin kullanılması, paslanmanın önlenmesi altın yaldızlı süsleme, boyaların ve yağların tespiti gibi alanlarda bir çok buluş yaptı. -Cisimleri hassalarına göre üç sınıfa ayırarak daha sonraki sınıflandırmalara rehberlik etti. -Birçok kimyevi maddeyi tespit ederek günümüzde de kullanılan Arapça isimler verdi. Cabir bin Hayyan maddeleri üçe ayırdı: 1. Ateş ve ya sıcaklıkla hemen buharlaşabilen maddeler. 2. Çekiçle dövülebilen parlaklık arz eden ses çıkaran cisimler (Metaller). 3. Ne çekiçle dövülebilen ne de toz haline dönüştürülebilen cisimler. Bu tasnif ile Cabir bin Hayyan, daha sonradan metaller, metal olmayanlar ve uçucu maddeler gibi bir sınıflandırmanın yolunu açmıştır. Birinci gruba giren maddeleri sülfür, arsenik, civa, amonyak, kafur olmak üzere beşe ayırdı. Metalik cisimleri kendi arasında kalay, kurşun, demir, bakır, gümüş, altın olmak üzere altıya ayırdı.Cabir bin Hayyan kimyanın geniş uygulama alanı olan arıtma konusunda ilk misalleri ortaya koydu. Arıtma yollarından oksitleme , süblinasyon, damıtma, çökeltme, ergitme ve kristalleştirmeyle ilgili işlemleri uygulamalarıyla açıkladı. Kükürt ile civa’nın karıştırılması sonucu kırmızı bir taşın (zencefre) meydana geldiğini açıkladı. Cabi sirkeden asetik asit elde etme yollarını da açıklamıştır. Nitrik asit, maizerin, vitriol yağı, gümüş nitrat bileşiklerini ilk olarak keşfettiği söylenir. Madenlerin o zamana kadar bilinen basit eritilme metotları yerine, bizzat ürettiği nitrik asit, sülfirik asit ve altın eritme suyunun yardımıyla eritme metotlarını geliştirdi. Bu sayede Cabir ve ondan sonra gelen bilim adamları sayısız terkipleri (sentez), bu arada civa oksit, zincifre, arsenik, amonyak, gümüş nitrat, şap, göztaşı, kireçli potas, südkostik mahsulü, yakıcı potasyum ile çok değerli maddeleri elde edip üretebildiler. Cabir bin Hayyan eserlerinde kimyaya ait ilk sembolleri de ilk defa kullanmıştır. Max Meyerhof (1884-1951) Cabir Bin Hayyan'ın kimya ilmine, buharlaştırma (evaporation), süzme (filtmtion), tasviye etme (sublimation), eritme (melting), damıtma (distallation) ve billurlaştırma (cristallization) metotlarını keşfederek uygulamaya soktuğunu bildiriyor. Ayrıca bir çok kimyevi cevherin, mesela zincifre (cinnabarci ve süfidi) arsenik oksidi (arsenious oxide) ve başka birçok terkibin nasıl hazırlanacağını açıkladığını ifade ediyor.Saf kibrit tuzları (vitriol), sap, alkali, nişaclır tuzu (salammo-niac, amonyum klorhidrat) ve güherçilenin (saltpedre) elde edilmesi, kükürt ve alkaliyi ısıtarak kükürt sütü yapması kurşun asetat, tamamen saf civa oksit ve süblime etmesi, ham sülfrik ve nitrik asitler ve bunların karışımının hazırlanması, tuz ruhu ve kezzap suyunu karıstırarak altın eritmede kullanılacak ''aguaregia" denilen özel mayi yapması, onun çalışmalarından bazı örneklerdir. Bunlardan 21. yüzyıl dünyasında kullanılan bir çok temel ihtiyaç maddelerin oluşumunda istifade edilmektedir.Kimyasal reaksiyonlarda, çeşitli maddelerden belirli miktarlarda bulunduğunu vurgulamıştır ve bu yüzden sabit oranlar kanununun yolunu açmıştır. Cabir ayrıca, kimyanın iki temel prensibini bilimsel şekilde ortaya koyarak, kolsinasyon ve redüksiyon prensiplerini dile getirmiştir.Başta Cabir bin Hayyan ve diğer İslam kimyacılarının eserlerinden alınmış ve kimyanın temel terimlerinden olan; alcool, Alembic, alkali (al-kali), antimoni, alidol, reagler, tutti gibi Arapça terimler, Latince yazım şekilleri ile kimyaya kazandırılmıştır. Kimya adı, Müslüman bilim adamları tarafından incelenmiş ve geliştirilmiş olan, Arapça el-Kimya kelimesinden türetilmiştir.Bugünün kimyasına "Modern Kimya" adı verilmektedir. Kimyanın tarihi gelişimini konu eden eserler, modern kimya’yı Fransız kimyacı Lavolsier (1743-1794) ile başlatır. Gerçekte, Cabir bin Hayyan tarafından ortaya konan eserleri değerlendirdiğimizde, günümüzde kimya laboratuarı tanımına uygun ilk laboratuarın, Kufe'de faaliyet halinde olduğunu görmekteyiz. Bu durumda, günümüzde modern kimyanın ilk önderi olarak gösterilen Fransız Lavoisier'dan yıllarca önce modern kimyanın ilk örnekleri, Harran'da ve Kufe'de ortaya konmuş olmaktadır.Son yüzyılın araştırmaları şu gerçeği ortaya koymuştur. Modern kimyanın ilk önderleri Cabir bin Hayyan, Beyruni ve İbn-i Sina'dır. Lavoisier'in 1774 yılında yazdığı Kimya Bilimine Giriş (Troite Elementaire de Chimee) adlı eserinde; ne yeni bir kimyasal madde/bileşik adı ve ne de kimyaya ait yeni bir kavram ifade eden bilgiler vardır. Lavoisier'in bu eserinde yaptığı, kendisinden önce var olan kimya bilgilerini sistematize edip açıklamıştır. Bu arada, kimyasal madde ve bileşiklerin yeni sembolleri vardır. Cabir'in en önemli bulgularından birisi, zamanında bir mekan gibi lineer bir çizgisi olduğunu bulmasıydı. Cabir'in bulgusunu bu yüzyılın başında Minkowski ele aldı. Lorenz değiştirgeç formülüyle birleştirdi ve Einstein teorisine girdi. Böylece zamanın ayrı bir şey değil, mekan gibi boyutları olduğu anlaşıldı.Cabir bin Hayyan , maddelerin atomik yapısını gösteren tespitler yaparak, reaksiyonlarda belirli kütlelerin belirli kütlelerle reaksiyona girdiğini söyledi. Atom hakkında ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: "Maddenin en küçük parçası olan 'el-cüz'ü la yetecezza' da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom parçalanabilir. Parçalanınca da öyle büyük bir güç oluşur ki bir anda Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu , Allahü tealanın kudret nişanıdır."Bu keşfi, John Dalton (1766-1844) Otto Hahn (1779-1868), Enrico Fermi (1901-1954) ve Albert Einstein (1879-1955) gibi meşhur Avrupalı bilginlerden tam 1000 yıl önce yapması bu büyük bilgininin nasıl bir dahi olduğunu ortaya koyuyor.George Sarton onu "orta çağların ilimler ansiklopedisi" olarak değerlendirmekte, şöhret ve tesirlerinin 17. asra kadar devam etmiş olduğunu belirtmektedir. Gerçekten 17. asra gelinceye kadar kimya ilimleri alanında onun seviyesine kimse çıkamamış, kimse onu gölge de bırakamamıştır. Doğu ve batı ilim dünyasında ona denk ve onu aşan bir kimyacı yetişmemiştir.Kimya tarihçisi Leclerc; "Histoire de la Medicine Arabe" adlı eserinde Cabir bin Hayyan'ı orta çağların tartışılmaz en büyük alimi, ilmi otoritesi ve derinliği ile benzeri olmayan bir üstat, metodu ile yol gösterici olması bakımından büyük bir ilim teşvikçisi ve nihayet modern kimyanın kurucusu ve tamamlayıcısı olarak değerlindirmektedir.İslam aleminde Ebu Bekr Razi, İbn-i Sina, Mesleme el-Macriti, Farabi ve daha birçok bilgin onun eserlerinin gölgesinde yetişmiştir. Batılı ve Doğulu birçok bilgin Cabir'in eserlerinden istifade etmiştir. Batılı bilginlerden Galileo, Francis Bacon, Newton ve başka birçokları ondan faydalandılar. 17. ve 18. asırda, batı ilim çevrelerinde meydana gelen birçok ilmi buluşların teşekkülünde, onun eserlerinin büyük tesiri vardır. Özellikle bugün kimya ilminde mevcut olan birçok orijinal keşif ve metotlar, hemen hemen bütünüyle ona ait veya onun fikirlerinden kaynaklanmıştır.Ünlü Fransız bilim tarihçisi M. Berthelot, Orta Çağlarda Kimya Tarihi adlı eserinde şöyle demektedir "Aristo'nun mantık ilmindeki yeri neyse, Cabir bin Hayyan'ın kimya ilmindeki yeri de odur. Aristo, mantığın kurucu ve üstadı olarak kabul edildiği gibi, Cabir bin Hayyan da kimyanın kurucusu ve üstadıdır".Modern araştırmacılar tüme varım metodunu kullandığını ifade ettikleri Cabir bin Hayyan’ın, çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazması durumunda, modern sonuçlara ulaşacağını ifade ediyorlar. Tüme varım ile, maddenin en küçük parçasından araştırmaya başlayarak istediğine ulaşan Cabir, bununla beraber dış gözlemlerinde tümden gelim metodundan da yararlandı. Yani maddenin tabi halinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Francis Bacon, bu metudu onun eserlerinden öğrenmiş, Decart ise onu taklit etmiştir. O deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kati ve değişmez olduğunu iddia etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zanni ve ihtimali olduğunu belirtti. Onun metodunun esasını "mazbut müşahede ve sağlam tecrübe" teşkil etmektedir. O bu metodu ile hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış gerçek anlamında ilmi çalışmalar ortaya koyarak çığır açmıştır. Yazdığı eserler, asırlarca İslam medreselerinde okutulunca, Endülüs Müslümanları yoluyla Avrupa'ya geçti. İslam dünyasında ve Avrupa'da kimya ilminde Cabir çağının sonu bir türlü gelmedi. Öyle ki Avrupa'da bazı kimyagerler kabul görmesi için eserlerini ona mal ederek kendi eserlerine onun ismini yazdılar.Cabir bin Hayyan'ın eserlerinin büyük bir kısmı kayboldu. Bunlardan 27 tanesi Latince ve Almanca olarak Nürnberg , Frankfurt ve Strazburg'ta 1473-1710 yılları arasında basılmıştır. Usturlap hakkında yazdığı eseri gören alimler, eserin bin bölümden meydana geldiğini ve akılları durduracak üstünlükte olduğunu kaydetmişlerdir.Kitab'ül-Kimya ve Kitab'ül-Sab'een dahil olmak üzere, kimya üzerine kitapları Latince'ye ve çeşitli Avrupa dillerine tercüme edilmiştir. Bu tercümeler Avrupa'da yüzyıllarca popüler kalmış ve modern kimyanın oluşumunu etkilemiştir. Cabir tarafından, alkali gibi, bugün çeşitli Avrupa dillerinde bulunan ve bilimsel kelime dağarcığının bir parçası olmuş birkaç teknik terim bulunmuştur. Birçok diğer eseri Arapça olarak korunup halen yayımlanmamışken, kitaplarının sadece bir kaçı yayına hazırlanmış ve yayınlanmıştır.Cabir'e ait eserleri incelemiş olan Alman müsteşrik Paul Kraus, şu bilgileri verir: "Cabir’in kimyası, eski kimyadan (el-simya) bize kalan bilgilerden tamamen farklıdır. Ayrıca felsefi bir nazariyeye müstenit tecrübi bir bilimdir."Cabir'in külliyatına ait birçok eser, Doğu bilim dünyasına ait eserlerle zengin; Berlin, Paris ve Leyden kütüphanelerinde mevcuttur. Paul Kraus'un belirttiğine göre bu eserlerin pekçoğu 12. yüzyıl başlarından itibaren Latinceye tercüme edilmiştir.Müsteşrik Philip K. Hitti de : "Batı'da yazar olarak Cabir'in adını taşıyan 22 eser adının bilindiğini, bu eserlerin de muhtelif tarihlerde Avrupa'da yayınlandığını" kaydeder...

John Hobson - Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri



Sevgili Fikir Yongacıları,

12 nisan cumartesi günü 14.30’da toplanacağız. Lost in Amsterdam kafesinin solundaki merdivenlerden yukarı çıkılacak.

John M. Hobson – 12.04.2008 Cumartesi
Batı medeniyetinin Doğulu Kökenleri


John Hobson, kitabında Batı’nın yükselişine dair yaygın görüşlerin etnomerkezci önyargılarıyla mücadele ediyor. Antik Yunan’dan bu yana Avrupalıların kendi gelişimlerine öncülük ettikleri ve Doğu’nun gelişen dünya tarihi içinde pasif bir izleyici olarak kaldığı ileri sürülür. Hobson, “Oryantal Batı”nın yükselişini mümkün kılan iki süreç olduğunu öne sürüyor.

Sayfa 23-24’ten kısa bir alıntı.

Doğu ve Batı ünlü Peter Pan teorisine göre:

Dinamik Batı: Yenilikçi, becerikli, hareketli,
Akılcı
Bilimsel
Disiplinli, düzenli, mantıklı, duyarlı
Akıl odaklı
Otoriter, bağımsız,işlevsel
Özgür, demokratik, anlayışlı,dürüst
Medeni
Ahlaki ve ekonomik olarak ilerlemeci

Değişmeyen Doğu: Taklitçi, cahil, pasif
Akılcı olmayan
Batıl, geleneklere bağlı
Tembel, dengesiz, doğal
Mantıksız duygusal
Beden odaklı, egzotik ve alımlı
Çocuksu, bağımlı, işlevsiz
Esir, despot, anlayışsız,ahlaksız
Barbar
Ahlaki olarak geri, ekonomik olarak durağan

Görüşmek üzere
Selamlar ve sevgiler

Sadık Yemni

NOT: J.M.Hobson’dan sonra Fuat Sezgin’e bir adım kalıyor.

26.04.2008 Cumartesi

Fuat Sezgin
''Batı uygarlığı, İslam medeniyetinin çocuğudur''

İlimler tarihi konusunda dünyanın sayılı isimlerinden Prof. Dr. Fuat Sezgin Almanya'da görev yapıyor. Modern dünyanın temelini İslam alimlerinin attığını söyleyen Sezgin, geçtiğimiz günlerde Türkiye'deydi. Almanya"daki Türk profesör Fuat Sezgin dünyanın en ünlü ilimler tarihi uzmanlarından. Hatta onun kitaplarını okuyan ABD"nin Colombia Üniversitesi"ndeki bir Arabist profesör, ülkesinde alanının bir numaralı ismi kabul ediliyor.

Sezgin, halen Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Direktörü. Dünyada bu alandaki en önemli kaynak eser olan ve 12 cilde ulaşan İslam İlimleri Tarihi adlı kitabı Türkçe"ye çevrilmediği için ülkemizde bilinmiyor. Prof. Sezgin ile İstanbul"da, Ayasofya ile Sultanahmet arasında bir çay bahçesinde sohbet ettik. İki şaheser arasında Sezgin, Türkiye"nin hiç alışık olmadığı sözleri "bilimsel sonuçlar" diye anlattı......

Divan-ı Kebir


Sevgili Fikir Yongacılar,

29 mart cumartesi günü 14.30’da toplanacağız.
Lost in Amsterdam kafesinin solundaki merdivenlerden yukarı çıkılacak.

Daha önceden belirttiğimiz gibi bu oturumda Mevlana’nın ünlü eseri Divan-ı Kebir’den seçme parçaları inceleyeceğiz.

Selamlar ve sevgiler.

Sadık Yemni


Bugün Ahmed benim

Bugün Ahmed benim, ama dünkü Ahmed değil. Bugün anka benim, yemle beslenen kuşcağız değilim ben.- Öylesine bir padişah var ki bütün padişahlar, onu aramada; bugün o padişah benim, ama evvelki gün gelip geçen padişah değilim.

Tanrılık şerbetinden, Ben Tanrıyım sırrının kadehiyle herkes, bir yudumcuk, bir kadehcik içti; bense küple, varille içtim. – Ben hâcetler kıblesiyim, ben gönüller kabesiyim; ben, o arşın mescidiyim, Cuma mescidi değilim ben. –Sâf aynayım ben, paslanmış kararmış ayna değil. Ben, Tûru Sînâ’nın gönlüyüm, kinle dolu, bir gönül değilim ben.- Ben ebedî sarhoşum; bağdan, üzümden değil benim sarhoşluğum. Ben, can lokması yerim, can şarabı içerim, tarhana çorbası içmem ben.

Ey bir gümüş bedenlinin hasretiyle altın kesilen, sen, altına âşıksın, altınsa benim rengime âşık. – Âlem tekkesinde, dünya medresesinde, gönlü sâf sûfîyim ben, abalı sûfî değil (1). –İster münacat eri ol, ister meyhane rindi; bence hepsi bir; ha cumartesi olmuş, ha cuma. – Gerçek zevkiyle adamakıllı kendisinden geçen er, altına da aldırış etmez, kalender tacına da (2): ne gamı vardır onun, ne kini.

Tebriz’li Hak Şems’i, yüzünü göstermeseydi müflis olurdum, gamlanırdım, ne gönlüm olurdu benim, ne dinim.

(1). Müslümanlıkta, Hicretin II. Yüzyılında çıkan ve çeşitli teşekküllerle gelişen Tasavvuf inancını benimseyenlere sûfî denir. Bunların, sofdan, yani yünden dokunan abalar giydiklerinden bu adı aldıkları ve inanç sistemlerine Tasavvuf dendiği söylenirse de Yunanca hikmet anlamına gelen sofos kelimesinden Arapçalaştırıldığı muhakkaktır.

(2). Kalender ve Kalenderî denilen zümre, 13. ve 17. yüzyıllarda Anadolu ve Rumeli’de yaşayan, toplu bir halde gezen ve “Varlık birliği” inancını taşıyan bir zümredir. Bunlar, sakal, bıyık, kaş ve saçlarını ustura ile traş ettirirler, başı açık gezerler, yahut da başlarına, dört, sekiz ve on iki parça keçeden dikilmiş külâhlar giyerlerdi. Dervişler, başlarına giydikleri külâhlara “taç” derler.


Bilmiyorum, Bulmuyorum

Ben şu dokuz katlı sayvanı bilmiyorum, bilmiyorum.* Ben bu büyücü ressamı bilmiyorum, bilmiyorum.

Boyuna yakama yapışır da perperişan eder gider beni; ben bu kötü adetli güzel huyluyu bilmiyorum, bilmiyorum.

Bir arslan görüyorum ki âlem, onun karşısında, sanki ceylân sürüsü; ama ben, kimdir bu arslan, nedir o ceylân sürüsü? Bilmiyorum, bilmiyorum.

Bir çocuk gibi çarşıda, pazarda kaybolmuşum; bu çarşıyı da bilmiyorum, bu pazarı da bilmiyorum.

Esirgeyen biri, kötü sözlüler diyor, kötülüğünü söylüyorlar; iyi söyleyeni de bilmiyorum, kötü söyleyeni de bilmiyorum.

Yeryüzü kadına, gök de kocasına benziyor; yeryüzü, kedi gibi çocuğunu yemekte, fakat ben bu kadını da bilmiyorum, bu kocadan da haberim yok.

O kaanlar kaanından elime öylesine bir yarlığ geldi ki Baycu’yu da bilmiyorum, Batu’yu da bilmiyorum. **

Ne dilber beyaz yüzlü güzellerim var, ne gizli Türklerim var; Hulâgû’yu bilmesem ayıp mı? Bilmiyorum, bilmiyorum.***

Gönlüm ok gibi uçuyor; bedenim kükreyip duruyor; o eli, o pazıyı bilmesem ne çıkar? Bilmiyorum, bilmiyorum.

Hindli harfi bırak, mânâ Türklerine bak, öyle bir Türküm ki ben, Hindliyi bilmiyorum, bilmiyorum.

Gel El Tebrizli Şems, bana taş yüreklilikte bulunma; çünkü senin huzurunda taş nedir, inci ne; bilmiyorum, bilmiyorum.

* Eskiler, Ay’dan itibaren yedi yıldızın bulunduğu yedi gök, bu gökleri kaplayan Sabitiler-Burçlar göğü ve hepsini kuşatan Atlas göğü olmak üzere dokuz gök olduğunu kabul ederlerdi.
** Baycu, Anadolu’ya gelen Moğol kumandanıdır; Batu da bir kumandandır.
***Hulagu, meşhu Moğol hükümdarıdır.

Mesnevi



Sevgili Fikir yongacılar,

15 mart cumartesi günü 14.30’da toplanacağız.
Lost in Amsterdam kafesinin solundaki merdivenlerden yukarı çıkılacak.

Konumuz: Mesneviden seçmeler I. bölüm.

Orta Doğu, Doğu ve Akdeniz kültürünün en seçme öykü ve mesellerinin yer aldığı eşsiz eserdeki, ayna ustalarının yarışmaları, arslana esir düşen tavşanın kurnazlığı, sarayın damında deve arayanlar, altın kafeste esir yaşayan papağanın verdiği ders, İblis ile Muaviye’nin serüveni, gemide hırsızlıkla itham olunan dervişin kerametleri, horozun mal sahibinin ölümünü haber vermesi, insanın yaratılışından beri hâlleri ve menzilleri gibi ilginç, öğretici ve ibret verici konular, zamanın elverdiği sürece sohbet şeklinde ele alınacaktır.

Sırada Divan-ı Kebir var malum. 29 Mart Cumartesi günü Amerika’da bir ara bestseller olan bu eserden seçilmiş parçaları işleyeceğiz.

Nisan programını John M. Hobbes’e ayırdık. 12 ve 26 nisan tarihlerinde John M. Hobson’un YKY tarafından basılan Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri kitabını incelemeye alacağız.

Görüşmek üzere.

Selamlar ve sevgiler.

Sadık Yemni

Naomi Klein - Şok Doktrini





Sevgili Fikir Yongalamacıları,

1 mart cumartesi günü ilk olarak yarım kalan bir işimizi tamamlayacak ve Naomi Klein’in
Şok Doktrini adlı yapıtının son bölümünü işleyerek diğer konulara geçeceğiz.

Yeni yerimizde zaman sınırı olmayacak. Kahve, çay içme için de böyle olacak.

Bu arada Fikir Yonga kulübümüz kendi Blog’unu kuruyor. Bu Blog kurulana kadar http://sadikyemni.blogcu.com ’ı kullanacağız.

Diğer sürpriz çalışmalar da yavaştan yürümekte ve gelişmekte.

15 mart cumartesi günü John M. Hobson’un YKY tarafından basılan Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri kitabı incelemeye alınacak ve iki oturumda bitirilecek.

Sırada bir sürü kitap ve konu incelenmeyi bekliyor. Daha geniş katılımlı konulu toplantılar organizesi için hazırlıklarımız var.

Sineoda için de bir yerimiz oldu sonunda. Yakında bu programların da başlayacağını ummaktayım.

Bu arada ODA Edebiyat ve Fikir yongalama dergimiz birinci yılını doldurarak 6. sayısını yayınladı.

www.odasanat.org


Yakında görüşmek üzere.

Sadık Yemni

Amsterdam Fikir Yongalama Kulübü

Amsterdam Fikir Yongalama Kulübü ayda iki kerelik periyotlarla toplantılarına devam ediyor.

John Gray, Slavoj Zizek, John Hobson vb. gibi yazar ve düşünürlerin kitaplarını inceleniyor.

15 Mart Cumartesi günü Kulüp Mesnevi’den seçme bahisleri incelemek için toplandı. Orta Doğu, Doğu ve Akdeniz kültürünün en seçme öykü ve mesellerinin yer aldığı eşsiz eserdeki, ayna ustalarının yarışmaları, arslana esir düşen tavşanın kurnazlığı, sarayın damında deve arayanlar, altın kafeste esir yaşayan papağanın verdiği ders, İblis ile Muaviye’nin serüveni, gemide hırsızlıkla itham olunan dervişin kerametleri, horozun mal sahibinin ölümünü haber vermesi, insanın yaratılışından beri hâlleri ve menzilleri gibi ilginç, öğretici ve ibret verici konular, zamanın elverdiği sürece sohbet şeklinde ele alındı.

29 mart 2008 cumartesi günü Divan-ı Kebir’den seçmeler incelenecektir

Nisan programını John M. Hobbes’e ayırdık. 12 ve 26 nisan tarihlerinde John M. Hobson’un YKY tarafından basılan Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri kitabını incelemeye alacağız.

John Gray - Küresel Yanılgılar


Sevgili Fikir yongacıları,

Bildiğiniz gibi yeni sezona Naomi Klein’in dünyaca ünlü The Shock Doctirine (2007) adlı kitabını analiz etmekle başladık. Bu kitapla ilgili üçüncü ve son toplantıyı katılımcıların eski yılı yeni yılla değiş tokuş sırasında tebdili mekân etmeleri nedeniyle erteledik.

Bu nedenle 22 aralık cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz toplantıda Simon Kuper’in Retourtjes Nederland adlı kitabını inceledik.

Dünya olayları hızlanırken entelektüel yayınlar da ivmelenmeye devam etmekte.

19 ocak cumartesi günü Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabını noktalayacağız.

Ev edebiyat sohbetleri de katılımcıların önceden bildirmesiyle, birlikte tarih saptayarak periyodik olarak başlayacak.

5 ocak cumartesi günü daha önce kararlaştırdığımız Köprü kitabı yerine John Gray’e eğileceğiz. Bu toplantı diğer john Gray oturumları için ısınma olacak. Aşağıda ele alınacak önermeleri ve kaynak malzemeyi bulacaksınız. Toplantımızda bu önermeler merkez alınacak ve haliyle bütün çağrışımlarına açık kalınacak.


Tarih: 5 Ocak 2007 Cumartesi

Yer: STOC
Türk Egitim Merkezi
J. Huizingalaan 78-80
1065 JD Amsterdam

Saat: 14.15 – 17.00

Önermeler:

1-Neoliberalizm de komünizm gibi nutuk çekmeyi ve bilimi kullanan mesihvari, bir kurtarıcıdır.

Messalliance:yakışık almayan evlilik
Dünya pazarı insanlığın kurtarıcı modelidir.
Amerikanın Irak’a demokratik kapitalizm götürmesinin açtığı felaket. Nisan 2004 tarihli.

2-Komunizm ve neoliberalizm Aydınlanma fikrinin olduğu gibi tutkulu dinsizlerdi. Aynı zamanda da gelecek vizyonları batılı tek tanrılılığa dayanmaktadır. İnsanlığa kurtuluş vaadetmektedirler.

Gelişme(ontwikkeling) bir ileriye gidiş gibi görülmektedir. Aslında bu değişimler modern zamanın askeripolitik dinciliğine bir beslenme tabanı oluşturmaktadır. Evangelisme.

3-Bilimde ilerleme bir olgu, ahlaki alan ve politikada ise batıl inançtır.
Bilmek yakıttır.
Bilmek güçtür, erktir.

Elde edilmiş olan kaybedilebilir, öyle de olacaktır.

4-Tarih insanlığın ilerlediği bir spiral değildir ve hatta daha iyi bir dünyaya doğru santim santim bile de olsa bir ilerleme söz konusu değildir.

Bilginin artmasıyla insanlığın daha ileriye ve iyiye gideceği bir tezdir. Yaşanan gerçeklikte karşılığını bulmak zordur.

Bir şeylerin iyiye gittiği sanrısına inanmanın olumlu yanları da vardır. Örneğin işkencenin yasaklanması için girişimler. Ne yazıkki şimdi yeniden kullanıma sokulmaktadır.

Goethe’nin spirali. Tökezlemeli ilerleme.

5-Geçen yüzyılın dersi açık. Bilimin gücü yeni dünya yaratmak için kullanılmıyor. Bazen korkunç formlarda olmak üzere eskinin yeniden yapımı söz konusudur.

Bilginin özgürleştirdiği doğru mudur?

*

6 -Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.” Matrix sonuçta insanların bir koza içinde yaşadığı, hayalinde işe gittiğini, sokaklarda yürüdüğünü, aşık olduğunu, savaştığını düşündüğü sanal bir dünya. Bunu yapanlar da bilgisayarlar. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.
7- İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, matrix programının
hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı.

8-Matrix üzerine çeşitli yorumlar vardır. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorgulamaktalar, din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

9-Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

10-Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman.

11-Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

12- Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(düşomat/hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü. Phantomat bize sufistlerin daima aradıkları
şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak.

13-Cypher davranışı/vakası. Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı. Şu anda Batı dünyasında kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır.

Cahillik bir nimettir.

Bilinç ve bellek sorunu.


14- Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

15- Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Koza içinde yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Serbest iradenin metafizik yorumunun yeri neresidir.

16-Gerçekliğin problemlerimizin aslında çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

17-Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

---------------------------------

Bazı Türkçe kaynaklara değinmeler:

Benim 2006’da kaleme aldığım bir yazım

AVRUPA HAYALİ

Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir.

Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizm ve diğer hareketler cinsinden
bir aydınlanma çarpıtmasıdır.

islamik terör ilhamını Avrupa’dan almış tipik modern öncü bir harekettir.

Ülkenin iç güvenliği uğruna hukuki haklarımız ve özgürlüğümüzden feragat etmemeliyiz. Çünkü terörizmin amacı da budur.

Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratik kalarak dayanabilmesidir.

Yukarıdaki sözlerin sahibi olan İngiliz felsefe profesörü John Gray bütün dünyanın yanı sıra Hollanda’daki aydınlar tarafından da yakından takip edilen bir düşünürdür. Aşağıda Avrupa kimliği, aydınlanma, küreselleşme, aşırı sağ ve terör gibi güncel dünya olayları üzerine olan düşüncelerinden bir demeti bulacaksınız.


Avrupa nefsi müdafanın kendi başına bir varlık sürdürmenin ilk koşulu olduğunu unutmamalıdır. Biz şimdi bizi hırpalayan ve istenmeyen bir duruma sürüklendik. Amerikalılarla birlikte dünyaya karşı nüfuz şavaşı açtık, ama işin emeğini ve kârını Irak’ta gördüğümüz gibi parterimiz üstlendi. Avrupa Balkanlardaki sorunları tek başına halledemeyeceğini de göstermişti. Daha da kötüsü, İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa birlik olarak tek bir başarılı etkinlik sergileyememiştir.


Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir. Ortak bir dış politika geliştirmemiz bile işe yaramayacaktır. Savunmasına daha fazla para harcamadığı sürece Avrupa bir sanal terim olarak kalmaya mahkumdur.

Köktenaydınlanmacılık

Aydınlanma köktenciliği Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra neoliberal serbestpazar kılığında fasılasız her yere burnunu sokan tipik bir Avrupa ideolojisidir. Sahte Şafak (False Dawn 1998) adlı kitabında bu ideolojiyi şöyle tanımlar. Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizim ve diğer hareketler cinsinden bir aydınlanma çarpıtmasıdır. En derinliklerinde hıristiyanlığın laik bir negatifidir. Bilimin bizi evrensel bir medeniyete götürdüğü inancı deneysel sonuçlara dayanmaktan çok monoteizmin bir kalıntısıdır.

Benim aydınlanmaya eleştirim Avrupalı ve Amerikalı düşünürlerin onu ancak tarih tarafından kurtarılabilecek laik bir din haline getirmelerinedir.
18. yüzyılda Condorcet ve Thomas Paine, 19. yüzyılda John Stuart Mill ve Karl Marks ve 20. yüzyılda da Habermas ve Fukuyama. Bunlar bilimin ve teknolojinin gelişmesini ileriye gitmek olarak yorumlamışlardır. Bu mesihvari kurtuluş sürekli suret değiştirerek varlığını sürdürmüştür. Jakobenler, Bolşevikler ve şimdi de neoliberaller. Tabii ki ironik olarak neoconslar da. Yani yeni muhafazakârlar.

Küreselleşme ve modernite tusunamisi

Aydınlanma filozofları bizi küreselleşmenin mutlaka demokratikleşme bilinci vermesi gerekmeyen bir şekilde bilimin ve teknolojinin dünya çapında yaygınlık kazanması olduğuna inandırmak istiyorlar. Serbest pazarın yaygınlaşmasıyla ilintili olarak bilginin artması sosyal uyumluluğa, anenevi hasletlere ve sosyal kurumlara indirilen darbe olarak yepyeni yıkımlara ve kararsız dengelere neden olacaktır. Rusya , Çin ve Arap yarımadasını ele alalım. Bu ülkelerde modernite farklı yollarda gelişmiştir. Ekonomik sistemleri kapitalizmin farklı farklı yorumlarıdır. Demokratik olmayan örgütlenme biçimleri de oluşmuştur. Biz bu olguyu ne kadar inatçılıkla reddedersek o şiddette jeopolitik çatışmalarla cezalandırılacağız.


Avrupa bu hatadan sıyrılabilir mi?

Avrupa’nın bu hataları yinelememesi mümkündür. Amerikalıların Irak’a liberal demokrasi getirme çabasındaki başarısızlığı örnek alalım. İçinde iki ironi birden saklı. Birincisi Irak’ta Batılı modelle şekillenmiş, merkeziyetçi, Türkiye ve Suriye kadar laik devlet aparatının çökertilmiş olmasıdır. Irak İngilizler tarafından 1920lerde çeşitli halklar ve mezheplerin suni olarak, tampon işleviyle bir araya getirilmesiyle kurulmuş bir devletti. Şimdilerdeyse Şii çoğunluk nedeniyle ikinci bir İran olma ihtimali var.

Rusları doksanlı yıllarda liberalizme zorlayarak neden olduğumuz zarara bir göz atalım. Devlet aparatı serbest pazar adına iyice çökertildi. Bunun yerine kleptokrasi(hırsızlık sistemi), mafyanın elinde sözüm ona bir tekelci kapitalizm inşa edildi. Ve Ruslar 1990’larda dünyanın en Batıcı halkıydılar. Son yıllarda bize karşı iyice yabancılaştılar.

Yeni şartlar ve terörizm

Berlin Duvarının yıkılmasından sonra Soğuk Savaş yıllarında baskı altında tutulan güçlerin karşılıklı dirilmesi devri başladı. Tarihin etnik çatışmalar ve dinler arası sürtüşmelerle dolu klasik oyun alanına geri döndük. Çin ve Hindistan endüstrileri Big Game’de, büyük oyunda yer aldılar. Durumu soğukkanlılıkla yeniden değerlendirmeliyiz.

Avrupa Amerika’nın her türlü askeri girişiminde çekingen ve sakıngan davranmalıdır. Böyle yapmalıdır çünkü El Kaide cinsi gruplar her türlü farklılığın yittiği dünya çapında bir silahlı çatışma, din savaşı istemektedirler. Bunun yerine müslüman ülkelerle olan ilişkilerimizde radikal gruplarla müslümanların çoğunluğunu ayrı kefelere koymalıyız. Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratiklikten fire vermeden dayanabilmesidir.


Postfaşizm

Uzun vadede köktenaydınlanmacılığın Avrupa’da da yıkımlara yol açacağını düşünmekteyim. Eurozone Amerikan milli pazarının bir kopyasını oluşturmak için tasarlanmış pek demokratik olmayan bir projedir. Bu projeye katılan ülkelerin halklarının farklı tradisyonlarıyla, değerleriyle ve milli duygularıyla çatışan bir gelişmedir. Sonucu Avrupa’da aşırı sağın yükselen bir değer haline gelmesidir. Bu serbest pazar projesi bu tür akımlara ideal bir beslenme alanı vermektedir. Sadece huzursuz, hoşnutsuz gruplar olarak değil, o konuda konuşacak tek kelimeleri bile olmamasına rağmen demokrasinin gerçek temsilcileriymiş gibi de örgütlenebilirler. Hollanda’daki göçmenlik yasası tartışmasındaki sert tonlarıyla kendilerini belli ettiler. Postfaşist tehlike gündemdedir.


AB genişlemesi ve Türkiye

Avrupa birliği bütün halinde zayıf bir kuruluş olduğu için yeni ve potansiyel üyelerini dışlamamalıdır. Bu Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin birliğe girmesi Batı Avrupa için kaçınılmaz olarak bir yabancı korkusu(xenofobe) darbesi olacaktır. İslama karşı çoğalan direnç de patlayıcı durumlara yol açabilir. Fakat Türkiye’nin üyeliğe alınmaması en azından bu derece risklidir. Türkiye’nin yirminci yüzyılda geçirdiği modernleşme en iyi örneklerden biridir. Modernleşme Türk halkının gözünde tamamiyle meşrudur. Türkiye’deki orta sınıfta kökleri derindir.
Türkiye’deki islamcı partiler dahi bu üyelik için çaba göstermektedirler. Biz Türkleri hıristiyan değiller diye AB dışında tutarsak yüzlerini Orta Doğu’ya çevirmeleri mümkündür. Bu durumda müslümanlar yelkenlerine ekstra rüzgar temin edeceklerdir. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sonlanabilecektir. Bu sonuç Avrupa güvenliğinin köşe taşlarından birisini kaybetmesi demek olacaktır. İki kötü arasından birisi seçilecektir yani. Politikanın özü budur.

Önerilen kaynaklar:
John Gray, Al-Qaida en de moderne tijd, Ambo, 2003, 151 blz
John Gray, Strohonden. Gedachten over mensen en andere dieren, Ambo, 2002
John Gray , Verlichting en terreur, Damon Uitgeverij ▪ 2005
Nihal B. Karaca. Zaman Gazetesi. 5.12.2005 Perşembe Küreselleşmenin arsız çocuğu

Yukarıdaki metin 10 Nisan 2004 yılında De Groene Amsterdammer’da Aart Brouwer imzasıyla yayımlanmış Hollandaca söyleşi ve çeşitli İngilizce kaynaklar temel alınarak hazırlanmıştır. Kesim, fotoğraflar, başlıklar benim serbest yorumumla şekillenmiştir. Sadık Yemni

*
Küresel Yanılgılar-John Gray-ETKİLEŞİM YAYINLARI
Yaşadığımız dönemde dünyaya yeni bir biçim veriliyor, her toplumun aynı kalıba sokulması, aynı değerleri benimsemesi isteniyor. Elinizdeki kitapta John Gray, büyük bir ustalıkla çağımızın egemen düşünce biçiminin arkasında yatan hesapları ortaya çıkarıyor. Köhnemiş ilerleme düşüncesini ve dolayısıyla ilerici gerici ikilemini, hümanizm yanılgısını, bilim efsanesini, özgür bir dünya vaadden komünizm sonrası düzenin baskıcılığını, neo-con'ların splantılarını hem felsefi kökleriyle, hemde güncel boyutlarıyla inceliyor, 11 Eylül sonrası dünya siyasetinin gidişatını yorumluyor, insanlığın tabiatı hoyratça sömürmesi sonucu dünyayı bekleyen biliçli bir şekilde anlamak için okumamız gereken zengin bir kitap Küresel Yanılgılar.
Çeviren: Zerrin Koltukçuoğlu Yayın Yılı: 2006 207 sayfa İthal 13,5x21 cm Karton Kapak

*


Post Liberalizm

Yazarı: JOHN GRAYSavaş sonrası dönemin en önemli ve en etkin Britanyalı düşünürlerinden John Gray, küresel kapitalizm, komünizmin çöküşü ve sanayi sonrası dünyada pazar dinamikleri gibi konularda kaleme aldığı onlarca kitap ve yüzlerce makaleyle son yılların en tartışılan isimlerinden biri. Türkiye’de okurun Sahte Şafak (OM Yayınları, 1999) isimli kitabıyla
tanıdığı Gray, London School of Economics’te “Avrupa Düşüncesi” üzerine dersler veriyor ve halen Londra’da yaşıyor. Yazarın diğer önemli eserleri arasında Capitalism and Global Free Markets, Mills Liberalism and Liberalism’s Posterity ve Dost Kitabevi Yayınları tarafından, bu kitaptan önce yayınlanan Liberalizmin İki Yüzü sayılabilir.İÇİNDEKİLERI. Düşünürler1. Hobbes ve Modern Devlet2. Santayana ve Liberalizmin Eleştirisi3. Bir Muhafazakar Olarak Hayek4. Bir Liberal Olarak Oakeshott5. Buchanan ve Özgürlük6. Berlin'in Agnostik LiberalizmiII. Eleştiriler7. Harabeler Sistemi8. Glasnost Yanılgısı9. Marksizmin Aklademik Öyküsü10. Marksizmde Felsefe, Bilim ve Mit11. Emekçi Özgürlüksüzlük Üzerine Cohen'e Karşı12. Totalitarizm, Reform ve Sivil Toplum13. Batı Marksizmi: İmgeselci Bir Yapısöküm14. Post-totalitarizm, Sivil Toplum ve Batı Modelinin Sırları15. Siyasal Güç, Toplumsal Kuram ve Temel Tartışılabilirlik16. Liberalizm İçin Bir Mezar Yazıtı17. Tarihin Sonu mu Liberalizmin Sonu mu?III. Sorular18. Kültürel Çeşitlilik Politikası19. Muhafazakarlık, Bireysellik ve Yeni Sağın Siyasal Düşüncesi20. Liberalizmde Ne Öldü Ne Kaldı?