politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Eylül 2008 Salı

Yeni Dünya Düzeni


Sevgili Fikir Yongacıları,

Samanyolu gökadasının biraz kenarında kalan bir yerdeki güneş sistemimizin üçüncü gezegenindeki hızlı değişim baş döndürmekte. 20 Eylül Cumartesi günü Yeni Dünya Düzeni konulu toplantı için 14.30’da her zamanki yerimizde buluşacağız.

Bu konu çok geniş, çetrefilli ve big bang’li olduğu için birinci toplantı dememiz daha doğru olacak. Zaman zaman aynı temayı farklı açılardan ve en yeni gelişmelerin ışığında işlemeye devam edeceğiz.

Bu arada CineOda çalışmaları devam ediyor. 500 filmlik bir arşiv var elimizin altında. Ekim ayında başlamayı planlıyoruz.

Cumartesi günü görüşmek üzere.

Selamlar ve sevgiler

Sadık Yemni

Not: Bizden mail almak istemeyenler lütfen bildirsinler.


*


GELECEK KÜRESEL SAHNE
KENICHI OHMAE
www.ozetkitap.com
ÖNSÖZ
Bay Strateji olarak anılan Kenichi Ohmae dünyanın en önde gelen yönetim gurularından biridir. 2005 yılında basılan bu kitap, yazarın diğer ünlü kitaplarından Sınırsız Dünya (The Borderless World-1990) ve Görünmeyen Kıta (The Invisible Continent-2000) adlı kitaplarının devamı mahiyetindedir.
Yazara göre küreselleşme artık bir teori değil, gücünü gittikçe artıran bir gerçektir. Yakınmanın veya yok olmasını istemenin bir faydası yoktur. İnsanlar bu gerçekle yaşamayı, yeni dünyanın nasıl biçimlendiğini anlamak zorundadır.
Üç kısımdan oluşan kitabın Sahne başlıklı I. kısmında yazar, küresel ekonominin temel özelliklerini incelemekte; küreselleşme öncesi ekonomik gerçeklerin, bu gerçeklere uygun bir ekonomi bilimi yarattığını, günümüz koşullarında bu klasik öğretinin geçerli olamayacağını iddia etmektedir. Sahne Yönleri başlıklı II. kısımda Ohmae, küresel sahnede ortaya çıkan ana eğilimleri ortaya koymaktadır. Ulus devletin gelişiminden hareketle, yerini niçin bölgesel devlete bırakacağını açıklamakta; küresel iletişim ve ticaret için uygun bir zemin yaratan İngilizce gibi bazı küresel platformlara işaret etmekte; iş süreçlerinin dışarıda yapılması ve küresel lojistik (business process outsourcing and global logistics) gibi oluşumları benimsemeye hazır olan kuruluşların küresel sahnede rol alabileceğini belirtmektedir. Oyun Metni başlıklı III. Kısımda Ohmae, bu değişikliklerin hükümetleri, şirketleri ve kişileri nasıl etkileyeceğini incelemekte; gelecekte başarı sağlamak bakımından iyi konumda olan bölgeleri belirtmekte ve küresel sahneye nasıl çıkabileceğimize ilişkin düşüncelerini ortaya koymaktadır.

Huntington’ın Uygarlıklar Çatışması kadar önemli, Friedman’ın Lexus ve Zeytin Ağacı kadar büyüleyici olan bu kitap sadece geçmişte ne olduğunu açıklamamakta, gelecekte ne olacağı konusunda da hazırlıklı olmanıza olanak sağlamaktadır.

*

Karl Polanyi İlk kez 1944`te `vahşi kapitalizm`in kalesi Amerika`da yayımlanan Büyük Dönüşüm şu cümleyle başlar: `Ondokuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü.` Karl Polanyi`nin çöktüğünü ilan ettiği ondokuzuncu yüzyıl uygarlığının can damarı ve temel biçimlendiricisi, kendi kurallarına göre işleyen piyasaydı; emek, toprak ve parayı metalar haline getiren ve insan toplumlarını uluslararası düzeyde eşi görülmemiş bir kurumsal tekdüzeleşme içinde kendine kayıtsız şartsız bağımlı kılan piyasa sistemi… Polanyi`ye göre çöküş kaçınılmazdı, çünkü kendi kurallarına göre işleyen piyasa sistemi insan toplumuyla bağdaşması imkânsız bir şeydi. Büyük Dönüşüm, bu bağdaşmazlığın ve kaçınılmaz çöküşün hikâyesi. Yani hem ekonomik liberalizmin hem de ona karşı kaçınılmaz alternatifler olarak ortaya çıkan faşizm ve sosyalizmin hikayesi… Büyük Dönüşüm`ün 80`lerde, yani Polanyi`nin `insan doğasına aykırı` dediği piyasa toplumunun, insanlık tarihinin son aşaması olarak bütün dünyaya dayatıldığı, ekonomik liberalizmi eleştirmeye kalkanların geri kafalı cahiller ile korumacılık önlemlerinin sağladığı rantları elden kaçırmamaya çalışan çıkar gruplarıyla onlara hizmet eden popülist politikacılar olarak görüldüğü, sosyalizmden ise neredeyse bütünüyle ümit kesildiği bir dönemde sosyalizme yönelmiştir.

Polanyi günümüzde ekonomiye kültürel bir yaklaşım olan ve ekonominin toplum ve kültürün içine yerleşmişliğini (embeddedness) açıklayan özselcilik (substantivism)'ın yaratıcısı olarak tanınmaktadır. Bu görüş geleneksel iktisata aykırıdır fakat antropoloji ve siyaset bilimi nde popülerdir. Büyük Dönüşüm kitabı aynı zaman da tarisel sosyoloji için bir model oluşturmuştur.



*

Büyük çöküş: ABD için kıyamet kapıda!
16 Eylül 2008 Ibrahim Karagül


Yeni dünya düzenini kurmaya çalışanlar, işe önce kendilerinden başlamak zorunda kalacaklar. Öngördükleri düzen başlamadan çöktü!

Amerikan ekonomisi üzerindeki tartışmalar artık tartışma boyutunu aşıp dramatik bir "çöküş hikayesi"ne dönüştü. Tabii bu "durgunluk", "gerileme", "çöküş" ya da "Armageddon", sadece ekonomik değil, dünyanın en büyük gücünün günden göne erimesi, çaresizleşmesi anlamına da geliyor. Böyle olunca da, ekonomik sonuçları kadar siyasi ve toplumsal sonuçlarını da dikkatle izlemek gerekiyor.

Olayın başka anlamları da var: İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyayı yöneten ABD, ilk kez bu kadar büyük bir kriz yaşıyor. Bugünkü durumu 2. Dünya Savaşı öncesi şatlara benzetenler yeni bir dünya savaşı korkularını da açıkça ifade ediyor. Bence bu dünya savaşı şu an zaten yaşanıyor.
Hemen not edelim: Olayı sadece ekonomik verilerle görenlerin öngörüleri hiç de gerçekçi olmayacaktır. Nitekim olmuyor da. Sadece ekonomik çerçeveden bakanların, "kesin kabuller"in dışına çıkmaları mümkün olmuyor. Onlar; istatistiki verilerin ötesine geçip dünyanın nasıl bir geçiş süreci içinde bulunduğunun resmini iyi çizmiyorlar.

Pazar günü, ABD'nin en güçlü finans kuruluşlarından Lehman Brothers iflasını istedi. Yani battı. Ülkelerin ekonomisini yönetenlerin aslında kendilerine bile yönetemediğini görüyoruz şimdi.

158 yıllık bir şirket, 25 bin çalışanı var, yüz milyarlarca dolar paraya hükmediyor, 2008'yılı için "en iyi yönetilen 50 şirket" arasında sayılan Lehman Brthers batarken, bir başka benzer kuruluş olan Merill Linch ise 50 milyar dolara satıldı. Yani batmaktan kurtarıldı. Tabii şimdilik…
Bunlar, dünya ekonomilerine yön veren, özellikle gelişmekte olan ülkeleri ip üzerinde oynatan şirketlerdi. Ama kendilerini bile yönetemediklerini nasıl da görüyoruz şimdi, değil mi? O zaman, dünya ekonomisinin nasıl da zayıf göstergelere göre şekillendiğini, finans kuruluşlarının bütün insanlığı nasıl da rehin aldıklarını bir daha görmek zorundayız.

Lehman Brothers ve Merill Linch gibi kuruluşların batmak üzere olduğu daha Mart ayında ortaya çıkmıştı. Biz de bu köşede iddialara yer vermiştik. Mart 2008 itibariyle Lehman Borethers, JP(Pierpont) Morgan Case, Morgan Stanley hatta Citigoup'un batma ihtimaline ilişkin tartışmaları aktarmıştık.
Bankalara el oyma, iflas, batışlar… Bunlar ABD yönetiminin kaldıramayacağı bir büyüklüğe ulaşacaktır. Mortgage krizinden bu yana olanları hatırlayalım. ABD, Avrupa ve G-7 ülkeleri merkez bankaları, çöküşü engellemek için bankalara yüz milyarlarca dolar aktardı. Ama yetmedi, yetmeyecek. Buna rağmen iflaslar ardı ardına gelecek. Çok sayıda banka batağı gibi, dev finans kuruluşların batışı ülkeleri de batıracak tehlikeler içerebilecek.

Mesele bu ayrıntıları, teknik bilgileri aktarmak değil. Mesele, olayın niteliğini, dünyanın nasıl bir çatışmanın içinde bulunduğunu, ne tür bir geçiş dönemi yaşandığını, finans sisteminin neden tıkandığını, bundan sonra nasıl bir dünya ekonomisinin şekilleneceğini algılamakla ilgili.
Bütçe açığını kapatmak için yüz milyarlarca dolara, ekonomisini ayağa kaldırmak için trilyonlarca dolara ihtiyaç duyan, bu yüzden kaynak ve fonlar için savaşlar, işgaller planlayan bir ülkeden söz ediyoruz. Ekonomisini dengede tutmak için yıllardır dünyadan çektiği devasa fonlar artık başka adreslere gidiyor. Asya ve petrol bölgelerinden akan dolarlar iç piyasayı dengeliyordu. Artık yete-rince gelmiyor. Gelmezse ABD'nin devasa dış borcunu finanse etme şansı bile kalmayacak.

Yani; büyü bozuldu. Mekanizma işlemiyor, tezgah çöktü. Dünyanın kaynaklarına el koyarak, yeryüzünün bütün imkanlarını ele geçirerek güvenceye aldıkları refah artık çöküyor. ABD'de başlayıp Avrupa kıyılarına gelen bu çöküş, bazıları tarafından küçümsense, yok gibi algılansa, yalanlarla üstü örtülmeye çalışılsa da bir gerçek. Hem de dünyayı çok korkutan bir gerçek.

Merill Linch'i 50 milyar dolara satın alan Bank of America bile tehlikede. Dolayısıyla bu alış verişler kimseyi kandırmasın. Şu anki duruma Küresel Titanik diyorlar! Düşünün; sadece Bush yönetiminin yanlış uygulamalarının ABD'ye maliyeti 3 trilyon dolar! Ekonomi otoriteleri, ABD ekonomisinin artık sürekli düşüş eğilimine girdiğini söylüyor. Daha net ifadeyle çöküşe geçtiğini.

Hatırlıyorum; Aralık 2004'te bu köşede yayınlanan yazının başlığı şöyleydi: "Büyük çöküş: Amerika için kıyamet kapıda" Bu, ideolojik bir karşıtlık değildi. ABD ekonomisi hakkında yayınlanan bir raporuydu söz konusu olan. Şöyle diyordu: "Amerika'nın topyekün ekonomik çöküşten kurtulma şansı sadece onda bir. Bu çöküşten sonra kendini vuracak ekonomik gerilemeden kurtulma şansı onda üç. Ardından (üçüncü aşama) gelecek karmaşadan sonra nihai anlamda ekonomik kıyametten (Armageddon) kurtulma şansı ise onda altı." O günden sonra bu köşede yayınladığım çok sayıda yazı, altı ay ya da bir yıl sonra doğrulandı.
Sadece 8.2 trilyon dolarlık emlak piyasasındaki krizin ardından gelen krizin ABD'ye ve dünyaya maliyeti 8 trilyon doları çoktan aştı. Hiçbir ülke bugünkü sistemde, finans kuruluşlarını merkez bankalarından para aktararak kurtaramaz. Bu, banka iflası değil, sistem iflasıdır. Borsanın ve paranın zayıfladığı, kaynakların güç kazandığı bir noktaya doğru ilerliyoruz.

Dahası krizin dünyayı hızla savaşlara sürükleyebileceği, devletleri hırçınlaştıracağı, otoriter rejimlerin ve faşizmin güç kazanacağını söyleyenler var.

Yeni dünya düzenini kurmaya çalışanlar, işe önce kendilerinden başlamak zorunda kalacaklar. Öngördükleri düzen başlamadan çöktü!
-------------------

Kapitalizm Üzerine 9 Soru -Georg Fülberth & Michael R. Krätke
11 Mayıs 2006 -
Berlin’de 3 – 4 Mart 2006 tarihleri arasında düzenlenen “Uluslararası Rosa Lüksemburg Konferansı” seviyesi yüksek entelektüel tebliğlerin yanı sıra, ilginç tartışmalara da sahne oldu. Rosa Lüksemburg Vakfı tarafından düzenlenen ve “Rosa Lüksemburg ve Çağımız Solunun Tartışmaları” başlığını taşıyan konferansın en çok ilgi çeken bölümlerinden bir tanesi şüphesiz günümüzün Marksist bilim insanlarından Georg Fülberth ile Michael R. Krätke’nin katıldığı sohbet oldu. Fülberth ve Krätke sohbetlerinde kapitalizm üzerine dokuz soruya yanıt verdiler. Aşağıda bu yanıtlarla, Rosa Lüksemburg’un konulara yönelik söylediklerinin Türkçe çevirisini yayımlıyoruz. Düşünmeye teşvik etmesi ve zevkle okunması dileğiyle. Murat Çakır Rosa Lüksemburg Vakfı Basın Sözcüsü SORULAR 1.) Kapitalizm aslında nedir? 2.) Kapitalizm ne zaman ve nerede başlamıştır? 3.) Kâr ve kâr artırımı: nereden ve nereye kadar? 4.) Rosa Lüksemburg: Kapitalizm ile ilgili en büyük düşüncesi neydi? Ve geriye ne kaldı? 5.) “Küresel” kapitalizm ne demektir? Jeopolitika ve jeoekonomi: “Akümülasyon alanı” [Raum] tanımı, yeni kapitalizmin yeni anahtar tanımı mı? 6.) “Yeni” emperyalizm var mı? 7.) Neoliberal kapitalizm nedir? 8.) Kim milyarder olur? Ve kim köstebek? 9.) Ve tarihin sonu: Ne zaman büyük “kargaşa” [Kladderadatsch] meydana gelecek ve kapitalizm sona erecek? ...

-----------------

2 Eylül 2008 Salı

Matrix ve Felsefe


Sevgili Fikir Yongalamacıları,

28 haziran cumartesi günü 14.30’da yaz öncesi son kez toplanacağız.

Yaz sonrası programının ve yeni gelişmelerin de ele alınacağı toplantının konusu Günümüzde Matrix. William Irwin’in Matrix ve Felsefe adlı kitabı merkez alınacak.

Matrix ve Felsefe
Orjinal isim: The Matrix And Philosophy
William Irwin
Güncel Yayıncılık / Açık Felsefe Dizisi
Çeviri : Murat Sağlam

Sizin de kafanız Keanu Revees gibi Matrix'ten sonra karıştıysa bu kitap kesinlikle sizin için yazılmış. Eğer film kafanızı karıştırmadıysa, hemen bir doktora görünün. Matrix'i henüz seyretmediyseniz, o zaman bu kitabı mutlaka okumalısınız. Böylece bu filmin insanlar için neden o kadar önemli olduğunu bulursunuz.Seçim sizin, hayatınızın sonuna kadar onun sonuçlarıyla yaşayacaksınız. Mavi hapı seçip bu kitabı tekrar rafa koyarak kendinize Matrix sadece bir film mi diyeceksiniz? Yoksa, kırmızı hapı seçip bu kitabı okuyararak, beyaz tavşanın peşinden mi gideceksiniz?"Matrix ve Felsefe, filmdeki felsefi temaların neler olduğunu belirleyişi ve ele alışıyla, felsefi zenginlik açısından filmden daha üstün. Sizce akılcılar, deneyciler, gerçekçiler, gerçeküstücüler, maddeciler, bütüncüler, varoluşçular ve yapıbozumcuları Matrix hakkında ne düşünür? İşte bu sorunun cevabı Matrix ve Felsefe kitabında."-Lou Marinoff, Felsefeci-yazar-William Irwin, Pennsiylvania King's Üniversitesi'nde Profesördür. Birçok felsefi esere editör olarak imza atmıştır. Hermeutik, Sartre, Platon, hukuk felsefesi ve felsefi pedagoji hakkında sayısız makalesi vardır.(Arka Kapak)
312 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 21 cm ISBN : 9789758621347
*

ODA Sanat ve Edebiyat vakfının kurduğu Amsterdam Filokafe(Felsefe Kulübü)namı diğer, Amsterdam Fikir Yongalama Kulübümüz 5 Kasım 2008 tarihinde 2. yılını kutlamaya hazırlanıyor malum. Toplantılarımıza sürekli olarak katılan üyelerimiz John Gray’in Matrix’te İnanç adlı ilginç makalesini hatırlayacaklar. O makaleden seçilen önemli noktalara da yeniden bir göz atmakta yarar var.

*
Geloof in de Matrix. Sayfa 54 – 61
Matrix’(t)e inanç.

Ana noktalar

1-Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.” Matrix sonuçta insanların bir koza içinde yaşadığı, hayalinde işe gittiğini, sokaklarda yürüdüğünü, aşık olduğunu, savaştığını düşündüğü sanal bir dünya. Bunu yapanlar da bilgisayarlar. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.

2- İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, matrix programının
hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı.

3-Matrix üzerine çeşitli yorumlar vardır. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorgulamaktalar, din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

4-Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

5-Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman.

6-Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

7- Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(düşomat/hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü. Phantomat bize sufistlerin daima aradıkları
şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak.

8-Cypher davranışı/vakası. Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı. Şu anda Batı dünyasında kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır.

Cahillik bir nimettir.

Bilinç ve bellek sorunu.

9- Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

10- Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Koza içinde yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Serbest iradenin metafizik yorumunun yeri neresidir?

11-Gerçekliğin problemlerimizin aslında çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

12-Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

*
Ünlü kültür eleştirmeni Slavoj Jijek ne diyor? ‘Matrix filmi felsefecilerin mürekkep lekesi testidir. Felsefeciler orada kendi gözde felsefelerini görüyorlar.’ Toplantımızda Jijek’in görüşleri de yonga malzememiz olacak.

*
Benim de bu konu ile çeşitli yerlerde yayımlanmış bir denemem var. Üç başlığı var. Burada Kahverengi Hap ve Cypher Hapı
yerine sonuncusunu kullanmayı yeğledim.

İhanet Hapı

Hapı yutma diye argo bir deyim vardır. Olumsuz anlamda kullanılır. İnsan hastalanınca iyileşmek için hapı yutmaz mı? O halde hapı yuttuk denince neden bir şeylerin ters gittiğini düşünürüz? Bizi hap yutacak hale getirecek bir rahatsızlıktır sözü edilen mecaz olarak. Ya da yıllar öncesinden ünlü Matrix filmindeki kırmızı ve mavi haplara bilinci örtülü bir göndermedir. Olur ya!

Matrix filmini hepiniz görmüşsünüzdür. Wachowski kardeşlerin 1999’da yeni milenyum öncesi dünyayı sarstıkları film. Konusu filmi görmeyenlerin kulağına bile çalınmıştır bir yerlerde. Tek bir film yeterdi, ama para hırsıyla üç ayrı film yapıldı. Diğer iki bölüm ilkinin tadını veremedi. Çünkü bütün felsefe cephanesi birinci filmde patlatılmış ve tüketilmişti.

Matrix üzerine çeşitli yorumlar yapıldı. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorguladılar. Din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

Filmin konusu özetle şöyledir: Bilgisayar hackerı Thomas Anderson dünyada sıradan bir yaşam sürmekte ve 1999 yılında yaşadığını sanmaktadır. Gizemli Morpheus’la tanışınca gerçeğin farklı olduğunu fikrine toslar. Aslında 200 yıl ötededirler ve akıllı makineler dünyada kontrolu ele geçirmişlerdir. Bilgisayarlar 20. yüzyılın sahte bir kopyasını oluşturmuşlardır. Aslında insanlar küçük hücrelerde hapistirler. Bütün bu sahte hayat ve makineler varlıklarını onların ürettiği biyo enerji vasıtasıyla sürdürülebilmektedir. Anderson, Neo yani Yeni lakabıyla makinelerin ürettiği insan kılıklı ajan Smithlerle mücadele etmeye başlar. Dünyayı yeniden insanların idaresine kavuşturmaktır amacı.

Bu mega bütçeyle üç bölüm halinde gösterilen film çok ilgi gördü. İnsanlar Matrix’in ana öyküsünde ve Anderson’un mücadelesinde neyi ilginç bulmuşlardı? Film tekniği gerçekten harikaydı. Bu tek başına yetmezdi. Bu öyküde bizi çeken neydi? Kırk yıl kadar geriye gidelim.


Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(benim serbest çevirimle düşomat ya da hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü.


İnsan böyle bir şeyi arzu eder mi? İster. Tanrım beni baştan yarat arzusunun şarkılara, romanlara ve operalara konu olmuş çok güçlü ve yaygın bir duygu olduğu unutulmasın.

Düş otomatı bize sufistlerin daima aradıkları şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak. Uyusam uyanmasam derler sıkıntıda olan kimseler. Bunla ölüp gitmekten çok rüyalara dalıp, hayalmatiğe kapılıp eskisinden çok daha olumlu bir gerçekliğe, daha keyifli, katlanılır bir hayata ulaşma özlemini kastederler.

Matrix filminde Anderson böyle bir imkânı kırmızı ve mavi haplar yardımıyla elde edecektir. Uyku tanrısı Morpheus kendisine hapları uzatır. Maviyi alırsa eski mutlu sorunsuz, ama sanal olan hayatına dönecektir. Kırmızı hapı yutarsa gerçekliği adım adım tanıyacak ve insanların yeniden normal hayata kavuşmaları için mücadele edecektir. Tabii ki kırmızı hapı seçer.

Neo bir seçilmiştir. Bir tür Mesihtir. Kurtarıcıdır. Yani nafile bir karakterdir. Mesih beklentisi insan aklının ve sezgilerinin iflasından başka bir şey değildir. Dünyada iyi olarak yapılan her şey sabrın ve kolektif çalışmanın sonucudur. En üstün vasıflı liderler, dahi dediğimiz bilim adamları ve sanatçılar, çevrelerinde onlara hazırlanmış bir ortamın çocuklarıdır. Dağ başından düzlüğe inmiş mitolojik yarı tanrılar değillerdir.

Matrix yapılmadan önce de bu konuları işleyen bazı filmler vardı.
Matrix’in yapılabilmesinde etkin olmuşlardır. Bunlardan biri Matrix’ten sadece bir yıl önce gösterime giren The Dark City’dir. Karanlık Şehir adlı öykü Matrix’i izleyicilere hazırlayan en önemli filmdir desek sanırım abartma olmaz. Öyküsü kısaca şöyledir: Filmin kahramanı John Murdock vahşice işlenmiş cinayetlerin katili olarak aranmaktadır, ama hafızasını kaybettiği için hiçbir şey hatırlamamaktadır. Kim olduğunu öğrenmek ve hafızasını yeniden kazanmak için verdiği uğraşlar sonucunda, insanın düşünce yapısının ne olduğunu inceleyip beynine hákim olmak üzere gizli deneyler yürüten yaratıklarla karşılaşır. Bütün şehir, yaşamı sandığı her şey bir simülasyondan ibarettir.

Bir diğer film de 13 kat, The Thirteenth Floor’dur. Matrix’le neredeyse aynı zamanda (1999) gösterime girdi. İki bin küsurlu yıllardaki bir bilişim uzmanı 1930’larda geçen bir simülasyon yaratır. Zaman zaman oraya yolculuk yaparak gönül eğler. Yarattığı sanal gerçeklik öyle güçlüdür ki, can verdiği sanal kahramanlar da zekaları sayesinde simülasyonlar yaratırlar.

Simülasyonlar niçin büyük bir titizlilikle planlanır? Bu mükemmellik arzusu neyi amaçlamaktadır. Kusursuz bir dünya mümkün müdür?

Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.”

İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, Matrix programının hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.

Şimdi zamanımıza hepimizin ittifakla kırmızı hap kürü yaptığını düşündüğü anlara bir bakalım. İngiliz felesefecisi John Gray Matrix filminin çağrıştırdığı durumlar üzerine çok güzel bir deneme yazmıştır. Zamanımızı çok iyi gören bu denemeden önemli bulduğum birkaç önermeye bir göz atalım.

Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman ya da MP3.

Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Kozada yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Aslında gerçekliğin, problemlerimizin çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

Matrix filminde Morpheus’un hovercraftındaki asilerden birinin adı Cypher’dır. Zamanla insan ve makine arasıhdaki bitmez tükenmez savaştan yorulmuştur. Bu gerçeği hiç bilmediği, kozasında mutlu hayatını sürdürdüğü anları özlemektedir. Sonunda aşırı yorulur ve ajan Smith’le bir anlaşma yapar. Neo’nun yerini ele verecek, bunun karşılığında sorunsuz eski durumuna, mavi hap yuttuğu zamanlara dönebilecektir. Arkadaşlarına ihanet eder. Çok kayıplar verdirir ve kendi de telef olur gider.

Cypher filimde İsa’yı eleveren Yahuda gibi canlandırılır. Bu Neo’ya kutsal bir aura kazandırmak için düşünülmüş kasıtlı bir yanıltmadır. Bence esas ihanet uydurma bir mesih olan Neo’yu elevermek değildir.

Az önce sözünü ettiğim yazar Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı.
Bu korkuyu simgeleyen Cypher ihaneti karşılığında sadece eski konumuna dönmeyi isterken, bildiği gerçekliği de tümden unutmak ister.

Bu mümkün müdür?

Şu anda dünyanın her yerinde kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır. Bunlar sanıldığı gibi tümden mavi hap yutanlar değildirler.

Zamanımızda mavi hap konumunda kalmak iyice zorlaşmıştır. Kitle iletişim araçları bizi yamulmuş, anlamı dönmüş de olsa gerçeklikle bombalarlar. Bu nedenle kursaklarımızdan geçen artık kahverengi bir haptır. Yaşanan illüzyonun gerçek olmadığını, sonsuza kadar devam etmeyeceğini biliriz, ama mış gibi yaparız. Bir sabah mış gibi gerçekliğine uyanacağımızı hayal eder dururuz. Cypherlık yaparak gerçekliği görmezden gelmeye çabalarız. Markalı giysiler, yeni arabalar, hızlı bir bilgisayarla kaçış yolunda tutunmaya çabalarız.

Sonra bir an gelir, illüzyon çöker ve kaba gerçeklik acımasızca üzerimize abanır.

Başta çevre felaketleri olmak üzere bir çok acil sorun bize renk renk haplar sunmak üzere sırasını beklemektedir.

Kısacası: Neo’lar ve kırmızı haplar mevcut değil. Mavi hap uyuşturucu ve boş bir umut. Mesihin geleceği falan da yok. Önemli olan bütün haplardan uzak durarak külyutmazlık formatı edinebilmektir.
Sadık Yemni- 2007

-----------------------------------------------

*
Yaz sonrası programımız G. Monbiot, S. Jijek, David Graeber, Andrej Grubacic vb. gibi yazar ve düşünürler, Panopticon, Psikolojik savaş, GDO felaketi, Çevre sorunları, yakın geleceğe komplo teorileri gözlüğüyle bakmak vb. gibi konularla devam edecek.

*
SineODA çalışmalarımız eylül ortasından itibaren haftada birlik periyotlarla film gösterimine başlayacak. Aylık programlar önceden kulübümüzün üyelerine yollanacaktır. Birlikte şu ana kadar yapılmış en iyi filmleri izleyecek ve bitiminde (bazen yemekli olarak) üzerine tartışacağız.

*
Geçen altı ayda işlenen konuların bazılarına görsel bir bakış:

*
Yazı Atölyesi çalışmalarımızın hazırlıkları tamam. Çok yakında sürekli işlik şeklinde çalışmaya başlayacağız.

*
Oda Edebiyat ve Fikir Yonga dergimizin 8. sayısı şu anda sanal uzayda salınmakta. 9. sayı 1 ağustosta dalından düşecek. Dergimizin genç yazarları Türkiye’deki basılı ve dijital dergilerde boy göstermeye başladılar. Yakın gelecekte kitap kapaklarının üstünde de adlarını göreceğimizi umuyorum.

www.odasanat.org

*
Başka gelişmeler de var, ama şimdilik sürpriz kalsın.

Hepinize şimdiden hoş senaryolu, kazasız belasız, sıhhatlı, bol dinlenmeli, az stresli bir yaz tatili diliyorum.

Selamlar ve sevgiler

Hayal Tozu Gölgecisi


---------------------------------

John Gray - Küresel Yanılgılar


Sevgili Fikir yongacıları,

Bildiğiniz gibi yeni sezona Naomi Klein’in dünyaca ünlü The Shock Doctirine (2007) adlı kitabını analiz etmekle başladık. Bu kitapla ilgili üçüncü ve son toplantıyı katılımcıların eski yılı yeni yılla değiş tokuş sırasında tebdili mekân etmeleri nedeniyle erteledik.

Bu nedenle 22 aralık cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz toplantıda Simon Kuper’in Retourtjes Nederland adlı kitabını inceledik.

Dünya olayları hızlanırken entelektüel yayınlar da ivmelenmeye devam etmekte.

19 ocak cumartesi günü Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabını noktalayacağız.

Ev edebiyat sohbetleri de katılımcıların önceden bildirmesiyle, birlikte tarih saptayarak periyodik olarak başlayacak.

5 ocak cumartesi günü daha önce kararlaştırdığımız Köprü kitabı yerine John Gray’e eğileceğiz. Bu toplantı diğer john Gray oturumları için ısınma olacak. Aşağıda ele alınacak önermeleri ve kaynak malzemeyi bulacaksınız. Toplantımızda bu önermeler merkez alınacak ve haliyle bütün çağrışımlarına açık kalınacak.


Tarih: 5 Ocak 2007 Cumartesi

Yer: STOC
Türk Egitim Merkezi
J. Huizingalaan 78-80
1065 JD Amsterdam

Saat: 14.15 – 17.00

Önermeler:

1-Neoliberalizm de komünizm gibi nutuk çekmeyi ve bilimi kullanan mesihvari, bir kurtarıcıdır.

Messalliance:yakışık almayan evlilik
Dünya pazarı insanlığın kurtarıcı modelidir.
Amerikanın Irak’a demokratik kapitalizm götürmesinin açtığı felaket. Nisan 2004 tarihli.

2-Komunizm ve neoliberalizm Aydınlanma fikrinin olduğu gibi tutkulu dinsizlerdi. Aynı zamanda da gelecek vizyonları batılı tek tanrılılığa dayanmaktadır. İnsanlığa kurtuluş vaadetmektedirler.

Gelişme(ontwikkeling) bir ileriye gidiş gibi görülmektedir. Aslında bu değişimler modern zamanın askeripolitik dinciliğine bir beslenme tabanı oluşturmaktadır. Evangelisme.

3-Bilimde ilerleme bir olgu, ahlaki alan ve politikada ise batıl inançtır.
Bilmek yakıttır.
Bilmek güçtür, erktir.

Elde edilmiş olan kaybedilebilir, öyle de olacaktır.

4-Tarih insanlığın ilerlediği bir spiral değildir ve hatta daha iyi bir dünyaya doğru santim santim bile de olsa bir ilerleme söz konusu değildir.

Bilginin artmasıyla insanlığın daha ileriye ve iyiye gideceği bir tezdir. Yaşanan gerçeklikte karşılığını bulmak zordur.

Bir şeylerin iyiye gittiği sanrısına inanmanın olumlu yanları da vardır. Örneğin işkencenin yasaklanması için girişimler. Ne yazıkki şimdi yeniden kullanıma sokulmaktadır.

Goethe’nin spirali. Tökezlemeli ilerleme.

5-Geçen yüzyılın dersi açık. Bilimin gücü yeni dünya yaratmak için kullanılmıyor. Bazen korkunç formlarda olmak üzere eskinin yeniden yapımı söz konusudur.

Bilginin özgürleştirdiği doğru mudur?

*

6 -Matrix filminden iyi tanıdığımız ajan Smith bir sahnede şöyle der: “Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun? Sonuç bir felaket oldu.” Matrix sonuçta insanların bir koza içinde yaşadığı, hayalinde işe gittiğini, sokaklarda yürüdüğünü, aşık olduğunu, savaştığını düşündüğü sanal bir dünya. Bunu yapanlar da bilgisayarlar. Kimbilir kaçıncı kez insanlığın mükemmel bir dünya arayışı hüsranla sonuçlanmakta.
7- İnsanın kozaların içindeki enerji kaynağı olarak kullanılması, çalıştırılması yani, matrix programının
hedefi değildi. Hedef mükemmel bir dünya yaratmaktı.

8-Matrix üzerine çeşitli yorumlar vardır. Filozoflar dış dünya gerçekliğini sorgulamaktalar, din bilginleri mitolojik terimleri hıristiyanlığın, budizmin ve hıristiyanlığın başlangıcındaki sırları bilen mezheplere gönderme olarak yorumladılar. Bu filmlerin kaçınılmaz olarak iğneleyici, batıcı, alaycı, rahatsız edici ve nüktedan şekilde verilen politik yankıları da mevcuttur. Dünyanın nasıl yönetildiğini açımlamaktadırlar.

9-Şu sıralar politikaya inanç önemli ölçüde yokolmuş ve teknoloji dönüştürülmüş dünya rüyasını tek başına ifade eder hale gelmiştir. Çok az kimse refahın daha adil bölüştürülmesiyle açlık ve fakirliğin bertaraf edileceğine inanmaktadır. Politikayla ne Irak’ın işgalini engelleyebildik, ne de açlık sorununu.

10-Anenevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için yerine video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de walkman.

11-Matrix insanın daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzularının en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı bir rotadır.

12- Ünlü Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem meslekdaşlarından birkaç on yıl önce 1964’te yayımlanan summa techonologiae adlı kitabında Phantomat(düşomat/hayalmatik) adlı sanal gerçeklik yaratan bir makineden söz etti. Phantomat’ın içinde yeni bir hayat seçmek mümkündü. Phantomat bize sufistlerin daima aradıkları
şeyi vermekteydi. Materyal dünyadan ve ölümlülükten sıyrılma. Sonsuza dek sanal bir âlemde varolmak.

13-Cypher davranışı/vakası. Lem insanların rüyalar âlemini kargaşa ve kavgalarla dolu gerçek dünyaya tercih edeceklerinden korkmaktaydı. Şu anda Batı dünyasında kitlesel medya tarafından oluşturulmuş illüzyon içinde yaşamayı seçenler vardır.

Cahillik bir nimettir.

Bilinç ve bellek sorunu.


14- Matrix kendini sonsuza kadar yenileyebilecek şekilde inşa edilmemiştir. Er ya da geç kader ya da zaman nedeniyle yokolup gidecektir.

15- Matrix üzerine yapılan yorumlardan birinde sistem içinde arıza yaratacak bir kaynağa değinilir. Bu insani serbest iradedir. Koza içinde yaşayanlar bir sanrı içinde yaşarlar. Ama bir kez bunun sanrı olduğunu keşfederlerse karşı çıkabilirler.

Serbest iradenin metafizik yorumunun yeri neresidir.

16-Gerçekliğin problemlerimizin aslında çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur.

17-Matrix filmleri teknolojik sihirin harika bir sanat ürünüdür. Eğer bir mesajları varsa, bu teknolojinin sihir olmadığıdır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.

---------------------------------

Bazı Türkçe kaynaklara değinmeler:

Benim 2006’da kaleme aldığım bir yazım

AVRUPA HAYALİ

Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir.

Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizm ve diğer hareketler cinsinden
bir aydınlanma çarpıtmasıdır.

islamik terör ilhamını Avrupa’dan almış tipik modern öncü bir harekettir.

Ülkenin iç güvenliği uğruna hukuki haklarımız ve özgürlüğümüzden feragat etmemeliyiz. Çünkü terörizmin amacı da budur.

Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratik kalarak dayanabilmesidir.

Yukarıdaki sözlerin sahibi olan İngiliz felsefe profesörü John Gray bütün dünyanın yanı sıra Hollanda’daki aydınlar tarafından da yakından takip edilen bir düşünürdür. Aşağıda Avrupa kimliği, aydınlanma, küreselleşme, aşırı sağ ve terör gibi güncel dünya olayları üzerine olan düşüncelerinden bir demeti bulacaksınız.


Avrupa nefsi müdafanın kendi başına bir varlık sürdürmenin ilk koşulu olduğunu unutmamalıdır. Biz şimdi bizi hırpalayan ve istenmeyen bir duruma sürüklendik. Amerikalılarla birlikte dünyaya karşı nüfuz şavaşı açtık, ama işin emeğini ve kârını Irak’ta gördüğümüz gibi parterimiz üstlendi. Avrupa Balkanlardaki sorunları tek başına halledemeyeceğini de göstermişti. Daha da kötüsü, İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa birlik olarak tek bir başarılı etkinlik sergileyememiştir.


Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir. Ortak bir dış politika geliştirmemiz bile işe yaramayacaktır. Savunmasına daha fazla para harcamadığı sürece Avrupa bir sanal terim olarak kalmaya mahkumdur.

Köktenaydınlanmacılık

Aydınlanma köktenciliği Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra neoliberal serbestpazar kılığında fasılasız her yere burnunu sokan tipik bir Avrupa ideolojisidir. Sahte Şafak (False Dawn 1998) adlı kitabında bu ideolojiyi şöyle tanımlar. Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizim ve diğer hareketler cinsinden bir aydınlanma çarpıtmasıdır. En derinliklerinde hıristiyanlığın laik bir negatifidir. Bilimin bizi evrensel bir medeniyete götürdüğü inancı deneysel sonuçlara dayanmaktan çok monoteizmin bir kalıntısıdır.

Benim aydınlanmaya eleştirim Avrupalı ve Amerikalı düşünürlerin onu ancak tarih tarafından kurtarılabilecek laik bir din haline getirmelerinedir.
18. yüzyılda Condorcet ve Thomas Paine, 19. yüzyılda John Stuart Mill ve Karl Marks ve 20. yüzyılda da Habermas ve Fukuyama. Bunlar bilimin ve teknolojinin gelişmesini ileriye gitmek olarak yorumlamışlardır. Bu mesihvari kurtuluş sürekli suret değiştirerek varlığını sürdürmüştür. Jakobenler, Bolşevikler ve şimdi de neoliberaller. Tabii ki ironik olarak neoconslar da. Yani yeni muhafazakârlar.

Küreselleşme ve modernite tusunamisi

Aydınlanma filozofları bizi küreselleşmenin mutlaka demokratikleşme bilinci vermesi gerekmeyen bir şekilde bilimin ve teknolojinin dünya çapında yaygınlık kazanması olduğuna inandırmak istiyorlar. Serbest pazarın yaygınlaşmasıyla ilintili olarak bilginin artması sosyal uyumluluğa, anenevi hasletlere ve sosyal kurumlara indirilen darbe olarak yepyeni yıkımlara ve kararsız dengelere neden olacaktır. Rusya , Çin ve Arap yarımadasını ele alalım. Bu ülkelerde modernite farklı yollarda gelişmiştir. Ekonomik sistemleri kapitalizmin farklı farklı yorumlarıdır. Demokratik olmayan örgütlenme biçimleri de oluşmuştur. Biz bu olguyu ne kadar inatçılıkla reddedersek o şiddette jeopolitik çatışmalarla cezalandırılacağız.


Avrupa bu hatadan sıyrılabilir mi?

Avrupa’nın bu hataları yinelememesi mümkündür. Amerikalıların Irak’a liberal demokrasi getirme çabasındaki başarısızlığı örnek alalım. İçinde iki ironi birden saklı. Birincisi Irak’ta Batılı modelle şekillenmiş, merkeziyetçi, Türkiye ve Suriye kadar laik devlet aparatının çökertilmiş olmasıdır. Irak İngilizler tarafından 1920lerde çeşitli halklar ve mezheplerin suni olarak, tampon işleviyle bir araya getirilmesiyle kurulmuş bir devletti. Şimdilerdeyse Şii çoğunluk nedeniyle ikinci bir İran olma ihtimali var.

Rusları doksanlı yıllarda liberalizme zorlayarak neden olduğumuz zarara bir göz atalım. Devlet aparatı serbest pazar adına iyice çökertildi. Bunun yerine kleptokrasi(hırsızlık sistemi), mafyanın elinde sözüm ona bir tekelci kapitalizm inşa edildi. Ve Ruslar 1990’larda dünyanın en Batıcı halkıydılar. Son yıllarda bize karşı iyice yabancılaştılar.

Yeni şartlar ve terörizm

Berlin Duvarının yıkılmasından sonra Soğuk Savaş yıllarında baskı altında tutulan güçlerin karşılıklı dirilmesi devri başladı. Tarihin etnik çatışmalar ve dinler arası sürtüşmelerle dolu klasik oyun alanına geri döndük. Çin ve Hindistan endüstrileri Big Game’de, büyük oyunda yer aldılar. Durumu soğukkanlılıkla yeniden değerlendirmeliyiz.

Avrupa Amerika’nın her türlü askeri girişiminde çekingen ve sakıngan davranmalıdır. Böyle yapmalıdır çünkü El Kaide cinsi gruplar her türlü farklılığın yittiği dünya çapında bir silahlı çatışma, din savaşı istemektedirler. Bunun yerine müslüman ülkelerle olan ilişkilerimizde radikal gruplarla müslümanların çoğunluğunu ayrı kefelere koymalıyız. Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratiklikten fire vermeden dayanabilmesidir.


Postfaşizm

Uzun vadede köktenaydınlanmacılığın Avrupa’da da yıkımlara yol açacağını düşünmekteyim. Eurozone Amerikan milli pazarının bir kopyasını oluşturmak için tasarlanmış pek demokratik olmayan bir projedir. Bu projeye katılan ülkelerin halklarının farklı tradisyonlarıyla, değerleriyle ve milli duygularıyla çatışan bir gelişmedir. Sonucu Avrupa’da aşırı sağın yükselen bir değer haline gelmesidir. Bu serbest pazar projesi bu tür akımlara ideal bir beslenme alanı vermektedir. Sadece huzursuz, hoşnutsuz gruplar olarak değil, o konuda konuşacak tek kelimeleri bile olmamasına rağmen demokrasinin gerçek temsilcileriymiş gibi de örgütlenebilirler. Hollanda’daki göçmenlik yasası tartışmasındaki sert tonlarıyla kendilerini belli ettiler. Postfaşist tehlike gündemdedir.


AB genişlemesi ve Türkiye

Avrupa birliği bütün halinde zayıf bir kuruluş olduğu için yeni ve potansiyel üyelerini dışlamamalıdır. Bu Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin birliğe girmesi Batı Avrupa için kaçınılmaz olarak bir yabancı korkusu(xenofobe) darbesi olacaktır. İslama karşı çoğalan direnç de patlayıcı durumlara yol açabilir. Fakat Türkiye’nin üyeliğe alınmaması en azından bu derece risklidir. Türkiye’nin yirminci yüzyılda geçirdiği modernleşme en iyi örneklerden biridir. Modernleşme Türk halkının gözünde tamamiyle meşrudur. Türkiye’deki orta sınıfta kökleri derindir.
Türkiye’deki islamcı partiler dahi bu üyelik için çaba göstermektedirler. Biz Türkleri hıristiyan değiller diye AB dışında tutarsak yüzlerini Orta Doğu’ya çevirmeleri mümkündür. Bu durumda müslümanlar yelkenlerine ekstra rüzgar temin edeceklerdir. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sonlanabilecektir. Bu sonuç Avrupa güvenliğinin köşe taşlarından birisini kaybetmesi demek olacaktır. İki kötü arasından birisi seçilecektir yani. Politikanın özü budur.

Önerilen kaynaklar:
John Gray, Al-Qaida en de moderne tijd, Ambo, 2003, 151 blz
John Gray, Strohonden. Gedachten over mensen en andere dieren, Ambo, 2002
John Gray , Verlichting en terreur, Damon Uitgeverij ▪ 2005
Nihal B. Karaca. Zaman Gazetesi. 5.12.2005 Perşembe Küreselleşmenin arsız çocuğu

Yukarıdaki metin 10 Nisan 2004 yılında De Groene Amsterdammer’da Aart Brouwer imzasıyla yayımlanmış Hollandaca söyleşi ve çeşitli İngilizce kaynaklar temel alınarak hazırlanmıştır. Kesim, fotoğraflar, başlıklar benim serbest yorumumla şekillenmiştir. Sadık Yemni

*
Küresel Yanılgılar-John Gray-ETKİLEŞİM YAYINLARI
Yaşadığımız dönemde dünyaya yeni bir biçim veriliyor, her toplumun aynı kalıba sokulması, aynı değerleri benimsemesi isteniyor. Elinizdeki kitapta John Gray, büyük bir ustalıkla çağımızın egemen düşünce biçiminin arkasında yatan hesapları ortaya çıkarıyor. Köhnemiş ilerleme düşüncesini ve dolayısıyla ilerici gerici ikilemini, hümanizm yanılgısını, bilim efsanesini, özgür bir dünya vaadden komünizm sonrası düzenin baskıcılığını, neo-con'ların splantılarını hem felsefi kökleriyle, hemde güncel boyutlarıyla inceliyor, 11 Eylül sonrası dünya siyasetinin gidişatını yorumluyor, insanlığın tabiatı hoyratça sömürmesi sonucu dünyayı bekleyen biliçli bir şekilde anlamak için okumamız gereken zengin bir kitap Küresel Yanılgılar.
Çeviren: Zerrin Koltukçuoğlu Yayın Yılı: 2006 207 sayfa İthal 13,5x21 cm Karton Kapak

*


Post Liberalizm

Yazarı: JOHN GRAYSavaş sonrası dönemin en önemli ve en etkin Britanyalı düşünürlerinden John Gray, küresel kapitalizm, komünizmin çöküşü ve sanayi sonrası dünyada pazar dinamikleri gibi konularda kaleme aldığı onlarca kitap ve yüzlerce makaleyle son yılların en tartışılan isimlerinden biri. Türkiye’de okurun Sahte Şafak (OM Yayınları, 1999) isimli kitabıyla
tanıdığı Gray, London School of Economics’te “Avrupa Düşüncesi” üzerine dersler veriyor ve halen Londra’da yaşıyor. Yazarın diğer önemli eserleri arasında Capitalism and Global Free Markets, Mills Liberalism and Liberalism’s Posterity ve Dost Kitabevi Yayınları tarafından, bu kitaptan önce yayınlanan Liberalizmin İki Yüzü sayılabilir.İÇİNDEKİLERI. Düşünürler1. Hobbes ve Modern Devlet2. Santayana ve Liberalizmin Eleştirisi3. Bir Muhafazakar Olarak Hayek4. Bir Liberal Olarak Oakeshott5. Buchanan ve Özgürlük6. Berlin'in Agnostik LiberalizmiII. Eleştiriler7. Harabeler Sistemi8. Glasnost Yanılgısı9. Marksizmin Aklademik Öyküsü10. Marksizmde Felsefe, Bilim ve Mit11. Emekçi Özgürlüksüzlük Üzerine Cohen'e Karşı12. Totalitarizm, Reform ve Sivil Toplum13. Batı Marksizmi: İmgeselci Bir Yapısöküm14. Post-totalitarizm, Sivil Toplum ve Batı Modelinin Sırları15. Siyasal Güç, Toplumsal Kuram ve Temel Tartışılabilirlik16. Liberalizm İçin Bir Mezar Yazıtı17. Tarihin Sonu mu Liberalizmin Sonu mu?III. Sorular18. Kültürel Çeşitlilik Politikası19. Muhafazakarlık, Bireysellik ve Yeni Sağın Siyasal Düşüncesi20. Liberalizmde Ne Öldü Ne Kaldı?

Hollanda'ya Gidiş Dönüş


Sevgili Fikir yongacıları,

Bildiğiniz gibi yeni sezona Naomi Klein’in dünyaca ünlü The Shock Doctirine (2007) adlı kitabını incelemekle başladık. Bu kitapla ilgili üçüncü ve son toplantıyı katılımcıların eski yılı yeni yılla değiş tokuş sırasında tebdili mekân etmeleri nedeniyle erteledik.

Bu nedenle 22 aralık cumartesi günü yapacağımız toplantıda Simon Kuper’in Retourtjes Nederland adlı kitabı incelemeye karar verdik.

Aşağıda bu kitapla ilgili yazdığım bir makaleyi ve bilgilendirici kısa yolları bulacaksınız


Sadık Yemni
Hollanda’ya Gidiş Dönüş
- 08.06.2006 -

Hollandalıların ülkelerinin çok hoşgörülü olduğu blöfüne inanıyorum. Sadece söylediğim şu: Bu şekilde devam edin.

Bu sözlerin sahibi İngiliz gazeteci yazar Simon Kuper(36). Yahudi asıllı Güney Afrikalı bir ailenin oğlu. Kendini profesyonel allochtoon ya da dünya vatandaşı olarak nitelendiriyor. Babası 10 yıl boyunca Leiden Üniversitesinde antropoloji dersleri verdi. Kuper 1976-1986 yılları arasında Hollanda’da yaşadıktan sonra İngiltere’ye döndü.. Şu anda Paris’de ikamet ediyor. Atlas yayınevinden çıkan Retourtjes Nederland adlı kitabı nedeniyle kendisiyle yapılan söyleşilere göz atmak ve kitabı okumak yaşadığımız ülkeyi değerlendirmek açısından çok yararlı.

İlk olarak bir kısım yabancılara duyulan korkuyu ve bundan kaynaklanan tepkileri ele alalım.

Geçen yüzyıl Hollanda’da göreceli olarak sakin geçti. Birinci Dünya savaşına bulaşmadılar, İkinci Dünya savaşı Yahudiler açısından felaket oldu, ama normal halk savaşan diğer ülke halklarına göre daha az zorluk çekti. Hollanda’da bazı ülkelerde olduğu gibi IRA, RAF, ETA, Kızıl Tugaylar cinsinden terör grupları çıkmadı. Centrumpartij bile polder modelin içinde eridi. Hollandalılar Molukların neden olduğu kısa süreli bir rahatsızlık dışında güvenlik içinde yaşamaya alıştılar. Tarihle bir çeşit tatil yaptılar yani.

Ardından Fortuyn ve Van Gogh cinayetleri meydana geldi ve Hollanda isterik bir tepki gösterdi. Bir ekstremist olan Volkert van der G. Ve Başkent Grubu(Hofstadgroep) yeni oluşumlardı. Yalnız bu cinayetlere gösterilen tepki normalin çok ötesindeydi. Hollanda’da terörizim nedeniyle bir kişi ölmüştü. Bu ne kadar üzücü olsa da yaşanan paniği
haklı gösteremezdi. İngilizler Londra metrosundaki suikasttan sonra farklı davrandılar. Onlar müslüman toplumu, suikastın tetikçileri ve kurbanlarıyla birlikte, İngiliz olarak değerlendirdiler. Rob Oudkerk’in Kut Marokkanen tanımlamasını hatırlayalım. İngiliz ileri gelenleri müslümanlarla bir anlaşma yaptı. Ateşe yakın duruyorlardı. Potansiyel teröristleri saptayan istihbarat ajanları gibi çalışabilirlerdi. Onlara yan gözle, önyargıyla değil, bir İngiliz vatandaşı gibi bakıldı.
Kuper’in Çok Kültürlülük üzerine yaklaşımı akılcılık üzerine inşa edilmiş. Önce İngiltere’de Irksal Eşitlik Komitesi’nin başkanı Trevor Phillips’in bir sözüne değiniyor. Farklı olan insanlar buraya geliyorlar. Kendileri değişiyor ve karşılaştıkları her şeyi değiştiriyorlar. Hollanda’da bu süreç yavaş çalışıyor.
Çok kültürlü bir toplum kurma iradesinden vazgeçildiğini düşünüyorum. Politikacılar sokakların duygusallığını dillendirmenin baştançıkarıcılığına kapıldılar ve göçmenleri bu alanda sınırladılar. Gelecek seçimlerde hiçbir partinin çok kültürlü toplumu programının güçlü bir parçası olarak görerek önde** gelen seçim sloganı yapacağına inanmıyorum.
Kitabın yazarı yaptığı söyleşilerdeki isterik tepkilere çok şaşırdığını her fırsatta söylüyor. ve
İşleriniz yolunda. Harika bir ülke oluşturmuşsunuz. Hollanda’da bazı şeylerin kötü gittiği fikri nedeniyle verilen tepkileri anlamakta zorluk çekiyorum. Özellikle D66 partisinden Lousewies van der Laan’da bunu çok şiddetli buldum. Zeki bir kadın, ama Hollanda’daki durumlar nedeniyle öyle öfkeliydi ki, zaman zaman Fortuyn’la konuştuğum duygusuna kapıldım.
Kuper, Fortuyn’ın Hollanda’daki sınıf farklılıklarını dile getiren ilk kimse olduğunu düşünüyor ve eğitim düzeyinin önemine değiniyor..
Çok kültürlülük sorunsalına karşı gösterilen Fortuynımsı direnç kısmen az eğitimlilerin kompleksiteye karşı olan tepkileriydi. Hollandalılar sınıf farklılığı söz konusu edildiğinde hep bunu haddini aşmak şeklinde değerlendiriler. Sanki birilerini suçlamaktasındır. İngiltere’de örneğin, bu çok normaldir; herkes bu farkların olduğunu bilir. Düzeyi düşük eğitimin neden olduğu dilsel ve mantıklı irdeleme eksikliği yüzünden bu politik görüş hakim. Bu eğitim grubu haklı değildir, popülistlik yapmaktadırlar. Örneğin George Bush konuşmalarında her şeyi basitçe formülüze ettiği için bu kesim üzerinde etkili olmaktadır. Aynı şey Fortuyn için de geçerlidir. Yumruğunu masaya vurarak bunu çözeceğim demek kolaydır, ama modern toplum bu tür düz mantıklı çözümler için çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu nedenle LPF örneğinde gördüğümüz gibi popülistler hep hayal kırıklığı uyandırırlar. Sözünü ettiğim grubun oylarının değersiz olduğunu iddia etmiyorum. Eğitimin politik seçimde etken olduğunu vurgulamak istiyorum. Statik bir dünya görüşleri vardır.
Yazar Het Parool gazetesinde yayımlanan 4 mayıs 2006 tarihli bir söyleşisinin sonunda etnisitenin hiç önemli olmadığına değinerek dünya vatandaşlığı yanını şöyle vurguluyor.
Üç ay önce bir kızım doğdu. İsterim ki gelecekte bir kimsenin aslen nereli olduğunu falan düşünmesin. Benim burada Paris’deki futbol takımım gibi. Ganalı, Çinli ya da İrlandalı oyuncular terli tişörtleriyle sahadalar. İngilizce konuşuyorlar. Etnisitenin hiç önemi yoktur. Bu Hollandalılık için de böyle olmalı. Şu anda çok sık olduğu üzere etnik olarak tanımlanmamalı. Gerçek hoşgörü hakim olmalı. Böylece göçmenlerle aralarındaki mesafe kaybolup gidecektir.
Simon Kuper: Retourtjes Nederland, Uitgeverij Atlas, € 12.50.
-------------------------------
.
Dünya olayları hızlanırken entelektüel yayınlar da ivmelenmekte.


Kurban bayramınızı kutluyorum. 2008’de mutluluk, tılsımlı anlam yoğunluğu, sıhhat, cukka ve bol bol fikir yongalamalar diliyorum.
Görüşmek üzere.
Sevgiler.

Sadık Yemni

Tarih: 22 Aralık 2007 Cumartesi

Yer: STOC
Türk Egitim Merkezi
J. Huizingalaan 78-80
1065 JD Amsterdam

Saat: 14.00 – 17.00

http://www.buitenlandsepartner.nl/forum/viewtopic.php?p=93065




Amsterdam Fikir Yongalama Kulübü Açıldı

Fikir Yongalama Kulübü

Hollanda’da göçmenlik tarihimizin bir ilki. Amsterdam’da Felsefe Kafesi açıldı.

2006 yazında kurulan Edebiyat ve Sanat vakfı Oda planladığı bir dizi etkinliğin ilkini gerçekleştirdi. Artık bir felsefe kafemiz var. Adı Fikir Yongalama Kulübü.

4 kasım 2006 cumartesi günü Matiz restoranında ilk toplantısını yapan Fikir yongacıları, üç buçuk ay boyunca ayda iki defalık periyotlarla ünlü İngiliz düşünürü John Gray’in Kışkırmalar/Provocaties adlı kitabını inceleyecekler.

Zamanımızın Batılı aydınlarının düşün ürünlerininin yanı sıra Avrupa kültürünün şekillenmesinde etkin olmuş Doğu kökenli düşünürler de ele alınacaktır.

Kulübün kurucusu yazar Sadık Yemni 25 kişinin katılmasıyla gerçekleşen ilk toplantıyı şöyle değerlendirdi.

Bu tür kulüpler daima dünyanın çehresini çözmeye meraklı bir avuç kimse tarafından başlatılır. Bizde de öyle oldu. Dünyayı bilmeyen onun maskarası olur sözü çok önemlidir. Bu kulübün amacı dünyanın gidişatı üzerine kafa yormak, yakın geleceğin portresini kestirmeye çabalamak olacaktır.
Böylece ciddi ve kalıcı bir düşünce fıçıcığı, think tank oluşumuna giden yol da açılmış bulunuyor.

En ağır konular dahi kolay işlenir bir şekilde ele alınarak keyifli konuşma saatleri yaratılacaktır. Artık Türklerin kendi filokafeleri var. Amsterdam bunun beşiği oldu. Umarım bu hayırlı örnek taklit edilir. Daha önce elinde yer ve mali kaynak olan kurum ve kuruluşlarımızın, aydınlarımızın böyle bir girişimi becerememiş olması çok düşündürücüdür. Zararın neresinden dönülse kârdır tabii.

Fikir Yonga kulübü şu anda Hollanda’da tektir. Avrupa çapında da pek azdan biri ya da ilkidir. En kısa zamanda kendi sitemiz açılacak ve forum hareketliliği kurulacaktır. Oda Fikir Yongacıları Amsterdam beşiğinden doğrularak dünyaya açılmaya hazırlanmaktalar.